Tekin Seyri - Tasavvuf ve Bilim
Yazan Okunma 826 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

 

7.Ayet

 

لَّقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِّلسَّائِلِينَ

 

Le kad kane fi yusufe ve ihvetihi ayatun lis sailin.

 

Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar için ibretler vardır.

 

 

Kelimeler

Türkçe Anlamı

kök

1

lekad

andolsun

2

kane

vardır

كون

3

fi

4

yusufe

Yusuf

5

ve ihve tihi

ve kardeşlerinde

اخو

6

ayatun

ibretler

ايي

7

lissailine

soranlar için

سال

 

 

لَّقَدْ And olsun:

KURAN'DA NELERİN ÜZERİNE YEMİN EDİLMİŞTİR?

Bu yeminleri şu şekilde özetleyebiliriz:

Kur’ân, âlemlerin Rabbi sıfatıyla Allah’tan, kullarına gelen İlâhî kelâmlar mecmuâsıdır. Bizim fikir, algılama ve anlayış seviyemize inen Kur’ân-ı Hakîm’in, âyetlerinde ve beyanlarında yeminli ifâdelere yer vermesi de bizim algıladığımız biçimde anlaşılırlığını, ciddiyetini ve sözlerinde hilâfı olmadığını anlamamızı sağlamak içindir. Cenâb-ı Hak, bazen yeminle âyetlerini doğrulamış ve kuvvetlendirmiş; bazen de bir takım varlıkları yemin konusu yaparak bu varlıkların insanlık için değerine ve kıymetine işâret etmiş ve dikkatleri bu varlıklar üzerine çekmiştir.

Cenâb-ı Allah, insanların âyetlere olan îmân ve güvenlerini temin etmek, verdiği haberleri kuvvetlendirmek, önemli varlıklar ve nesneler üzerinde tefekkürü teşvik etmek, önemli nîmetleri hatırlatmak; Kur’ân’ın, Kur’ân’ın verdiği haberlerin, kıyâmet gününün, âhiret gününün, öldükten sonra dirilişin, hesabın, cennetin ve cehennemin hak olduğu konusunda, insanları iknâ etmek ve bunlarda muhtemel şek ve şüpheyi ortadan kaldırmak gibi hikmetlerle, âyetlerini yeminli ifadelerle takviye etmiştir.

Konuya mânâ-yı ismiyle değil, mânâ-yı harfiyle bakmamız gerekiyor. Yani, Allah’ın üzerine yemin ettiği her şey, kendi başlarına değerli değil, Allah’ın yaratmış olması itibariyle yücedir, değerlidir ve kıymetlidir. Cenâb-ı Allah Kendi Zâtının yüceliğini bildirmek ve isim ve sıfatlarının tecellilerinin kemâlini ve eşsizliğini göstermek için varlıklar üzerine çeşitli şekillerde dikkatleri çekmiştir. Her şey Allah’ın kudretinin ve hilkatinin eşsiz şekilde tecellisi ve tasarrufu değil midir? Zatı Yüce olan Cenâb-ı Allah, eşsiz ve sayısız isim ve sıfatlarının eseri olan mevcudat üzerine yemin etmekle, aslında kudretinin ve hilkatinin muhtelif tecellilerine, dolayısıyla kudretinin azametine, hikmetinin kemâline, rahmetinin kuşatıcılığına, hilkatinin benzersiz güzelliğine yemin etmiş olmaktadır. (bk. Nursi, Mektubat, s. 378)(https://www.islamveihsan.com/)

 

"Allah'tan başkası adına neden yemin edilir?" sorusuna Celalüddin es-Suyûti (ö.911/1505) üç açıdan yanıtlar:

1. Güneş, ay, gündüz, gece gibi yemin edilen varlıkların baş tarafında mahzufbir "Rabb" kelimesi vardır. Yapılan yemin, bu varlıklara değil, onların yaratıcısı olan Rablerinedir. Böylece ifade: Güneş'in Rabbine, Ay'ın Rabbine, Yer'in Rabbine, Gök'ün Rabbine şeklinde anlaşılmaktadır.

2. Araplar yemin edilen bu varlıkları tazim ediyorlar ve bunlara yemin ediyorlardı; Kur'an da onların bildikleri, aşina oldukları üslup üzerine indirilmiştir.

3. Yeminler, yemin edenin tazim ettiği ve kendisinin üstünde gördüğü şeylere yapılır, oysa Allah'ın fevkinde hiçbir şey yoktur. Bazen kendi zatına, bazen de yaratıcısına işaret etmesi için yarattıklarına yemin etmiştir.

 

 

Rûhu'l-beyân fî tefsîri'l-Kur'ân İsmail Hakkı Bursevî eserinde;

“Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde” yâni Allah’a yemin olsun ki Yûsuf kıssasında ve onun on bir kardeşinin hikâyesinde “soranlar” kıssalarını soran ve öğrenen herkes “için ibretler” yani Allah’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden çok büyük alâmetler “vardır.” Çünkü Yâkub’un büyük oğulları en küçük oğlu olan Yûsuf’u (a.s) zelil kılmaya ittifakla karar verdikten ve yaptıklarını yaptıktan sonra Allah Teâlâ Yûsuf’u (a.s) peygamberliğe ve hükümdarlığa seçmiş, onları da ona boyun eğen ve hükmünü yerine getiren kimseler kılmıştır. Yûsuf’a duydukları kıskançlığın vebâli kendi başlarına dönmüştür. İşte bu, Allah’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden en büyük ibretlerdendir.

Yazan Okunma 698 kez
Ögeyi Oylayın
(1 Oylayın)

HZ. YÛSUF’UN AS RÜYASI

4.Ayet

 

 اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَبٖيهِ يَٓا اَبَتِ اِنّٖي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ لٖي سَاجِدٖينَ

 

İż kâle yûsufu li-ebîhi yâ ebeti innî raeytu ehade ‘aşera kevkeben ve-şşemse velkamera raeytuhum lî sâcidîn(e)

 

4- Bir gün Yûsuf, babasına demişti ki: “Babacığım! Ben rüyamda on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederken gördüm.”

 

 

 Sûfîler her âyetin zâhir, bâtın, had, matla‘ gibi dört unsurdan oluştuğunu ifade eden hadisten hareketle Kûr’ân lafızlarının çok anlamlılığı üzerinde durmaktadır. Öyle ki sûfîlere göre Kur’ân’ın her lafzı birer sır denizi ve nûr deryasıdır. Kur’ân lafızlarının iki yönlü-sembolik yapısı ve Kur’ân âyetlerinin tasavvufî yorumlara elverişliliği işârî tefsirin gelişiminde önemli rol oynamıştır.

Kur’ân’ın zâhirindeki çok anlamlılık, bâtınında kendisini çoğunlukla işaret/remz kavramı ile müşterek mânâda kullanılan sembollerle göstermektedir. Genelde soyut mânâlar için kullanılan ve birden fazla anlam içeren semboller, bilincin maddî ve mânevî olmak üzere iki boyutu arasında araç görevi görmektedir. Bu çok yönlülük neticesinde sembolizmde farklı mânâlar, sistematik bir şekilde bir araya getirilmektedir. Semboller, derinlemesine düşünüldüğünde “bir araya getirmek, birleştirmek” gibi anlamlarıyla değişim ve dönüşümlerde önemli bir rol oynar. Bu yönüyle semboller, birbirinden bağımsız gibi görünen gerçeklikler arasında tutarlı bir bütünlük sağlar; somut ve soyut dünyaya ait farklı boyutları birleştirirler. Şüphesiz Kur’ân’da sembolik okumaya en çok peygamber kıssaları konu olmaktadır. Peygamber kıssaları, zâhirde sade diliyle gayet anlaşılır iken bâtınında kendisine yüklenen kalp, nefs, ruh, varlık ve nefs mertebeleri gibi metafizik sembollerle oldukça yoğun bir anlatıma sahiptir. Kıssalarda her bir nesneye yüklenen sembolik mânâ, somut olan ile mânevî olan arasında bir bağ kurmaktadır. Sembolik mânâların değişiminden hareketle başka bir deyişle sûfîlerin Kur’ân’ın zâhirinden yol alarak kurduğu bâtınî mânâlar üzerinden tasavvufun gelişim ve dönüşümü hakkında birtakım ipuçları edinilebilir.

Sûfîler, kıssalara yaşanmış birtakım ibretlik hikâyeler yahut salt tarihî ve teolojik bir bilgi kaynağı olarak bakmazlar. Onlar Kur’ân’ı, bir varlık kaynağı, zaman mekân ve inzal sebebi ile sınırlandırılamayacak öğretilerle dolu bir derya olarak görmektedirler. Sûfîlere göre kıssalarda zikredilen her bir hâdise sûfînin seyrinde karşılaşabileceği mânevî tecrübe ve halleri sembolize etmekte ve yaşayarak içselleştirmesi gereken kutsal öğretileri barındırmaktadır. Bolat, Dilek Öz.   Marmara Universitesi (Turkey) ProQuest Dissertations Publishing, 2019. 28242000.

 

 

   Zâhir, sözlükte açık, âşikâr olan, bir şeyin görünen kısmı, dış yüzeyi gibi anlamlara gelir. Bâtın ise kapalı, bir şeyin iç kısmı, bir şeyin hakikatini bilmek gibi mânâları ifade etmektedir. Tasavvuf ilminde de bu iki zıt ifade nasslardaki örneklerinden hareketle bir arada kullanılmaktadır.

 

İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette ise şöyle denir:

"Kur’an'ın dalları, fenleri, zahir ve batını vardır. Onun acaibi bitmez. Sonuna ulaşılmaz."

 

Envâru’l-meşarık’ta şöyle der: “Güzel tesadüflerden biri de sözlükte “esef” lâfzının hüzün, “esif” lâfzının da köle mânâsına gelmesidir. Her ikisi de tesâdüfen Yûsuf kelimesinde toplanmıştır.”

 

Yûsuf bir cuma gecesinde on iki ya da on yedi yaşında iken Allah Teâlâ’nın hikaye ettiği şu rüyâyı gördü:

 

“Babacığım, ben rüyamda on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm.”

 

Câbir b. Abdullah’dan rivâyet edilmiştir: “Yahûdinin biri Rasûlullah (s.a.)’e gelerek:

Ey Muhammed, bana Yûsuf’un gördüğü yıldızların hangileri olduğunu haber ver.” dedi.

Bu soru üzerine Nebî (a.s.) sustu. Bir müddet sonra Cebrail gelip meseleyi haber verdi.

Hz. Peygamber de adama:

“Onları sana bildirirsem müslüman olur musun?” diye sordu. Yahudi “Evet.”

deyince şöyle buyurdu:

Yûsuf; Cereyan, Tarık, Zeyyal, Kabis, Amûdân, Felîk, Mısbâh, Daruh, Ferağ, Vesâb

ve Zü’l-ketifeyn’i gördü. Güneş ile Ay da gökten inip ona secde ettiler.”

Bu cevabı alan yahudi: “Vallahi, söylediğin isimler o yıldızların isimleridir.” dedi. 

Yazan Okunma 795 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

 12-YÛSUF SÛRESİ

Yusuf sûresi, 111 âyet olup, 1, 2 ve 3. âyetler Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber’den bahsedildiği için bu adı almıştır.

Hz. Peygamber (s.a.)’in buyurduğu gibi o  “Kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim; İbrahim oğlu İshak oğlu Yâkub oğlu Yûsuf’tur.”

Kerem,övünülecek her türlü sıfatı kendisinde toplayan bir isimdir. Yûsuf (a.s.), peş peşe peygamber olan üç zatın oğlu olmanın yanı sıra peygamberlik şerefini sûret güzelliği, rüya tâbiri, dünyevî reislik, kıtlıkta ve çeşitli belâlar sırasında tebaasını güzelce yönetebilme vasıflarını kendisinde toplamış bir zattır. Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf Sûresi’nde ve gerekse Tevrat’ın Yaratılış bölümünde birbirine yakın bir biçimde ve etraflıca anlatılmaktadır. Hz. Yûsuf, Hz. İbrâhim’in torunu Yâkup peygamberin oğludur. M.Ö. 1300’lü (veyâ 1900’lü) yıllarda Filistin’de doğmuştur.

Übey b. Ka‘b’dan Rasûlullah (s.a.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

“Kölelerinize Yûsuf sûresini öğretiniz. Çünkü hangi Müslüman onu ailesine ve kölelerine yazdırır ve öğretirse, Allah Teâlâ ölüm sekerâtını kendisine kolaylaştırır, ona kuvvet verir ve hiçbir Müslümana hased etmemeyi bahşeder.”[1] et-Tibyân tefsirinde de böyle denilmektedir.

( İbn Kesîr, Tefsir, II, 446)


Nüzül Sebebi

Sûre, Mekke döneminin sonlarında, Kureyş'in Hz. Peygamber'i öldürme, sürgün etme veya hapsetmeyi planladığı bir dönemde nâzil oldu. Müşrikler, Yahudi bilginlerinden öğrendikleri üzere, Hz. Muhammed'e, "Mademki Allah sana her şeyi öğretiyor, o halde bize haber ver; İsrailoğulları niçin Mısır'a gidip yerleştiler?" diye, bir soru sordular.

Müşriklere ise şu mesajı veriyor: Eğer siz de Yûsuf'un kardeşleri gibi onu kıskanıp düşman olur, aleyhinde düzdüğünüz planlarınızı yürürlüğe koyarsanız, ona hiçbir zarar veremezsiniz; Yûsuf un kardeşleri gibi bir gün ona muhtaç olur, ona boyun bükersiniz; onun için bu kıssadan ibret alın ve düşmanlıklardan vazgeçin.

Diğer bir rivayette göre, Yahudiler Rasulullah (s.a.) Efendimize Hz. Yu­suf (a.s.)’un kıssasını sormuşlar, bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.

Hakimin rivayetine göre Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: Peygamberi­miz (s.a.)’e Kur’an nazil olmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) müslümanlara inen ayetleri okuyor, anlatıyordu. İnsanlar “Bize kıssa anlatsan, olmaz mı?” de­diklerinde, “Biz sana kıssa anlatacağız.” (Yusuf, 3; Kehf, 18/13) ayeti nazil ol­du. Bir müddet daha Kur’an’ı okumaya devam etti. İnsanlar “Bize konuşma yapsan, rivayette bulunsan, olmaz mı?” dediler. Bunun üzerine “Allah sözün en güzelini indirmiştir.” (Zümer, 39/23) ayeti nazil oldu. Bu sure, Mekke’de Pey­gamberimiz (s.a.)’in Kureyşlilerle yaptığı mücadelenin şiddetlendiği krizli gün­lerde, değerli pak zevcesi Hz. Hatice (r.a.) ile kendisine yardımcı ve destek olan amcası Ebu Talib’i kaybettiği üzüntü yılından sonra nazil oldu.

Ancak Muhammed b. İshak’a göre sûrenin nüzûl sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber’i sav teselli etmektir (Elmalılı, IV, 2841). 

 

Allah'ın, "kıssaların en güzeli" olarak tanıttığı Hz. Yusuf kıssası Kur’ânı-ı Kerimde baştan sona tek sürede anlatılan tek kıssadır.

Yazan Okunma 618 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

öp: Ömer Baldık

Kendi ifadesiyle çocuk yaştan beri tasavvuf kültrünün içinde yoğrulan bir isim Mehmet Fatih Çıtlak. Latin harfleri ile okumadan evvel Osmanlıca okuyabiliyormuş.

 Esas eğitimini Gönenli Mehmet Efendi gibi büyük zâtlardan aldığını belirten Çıtlak, sonradan Türkoloji eğitimi de almış. Hat sanatı ve tasavvuf musıkisine olan ilgisi nedeniyle halen sesli yayıncılıkta müzik yönetmeni ve yönetmen olarak da çalışıyor. En son, İtalyan-Türk ortak yapımı Derviş filminin danışmanlığıyla gündeme gelmişti. Kendisiyle, Resul-i Ekrem’in tasavvuf penceresinden bugün nasıl kavranması gerektiğiyle ilgili faydalı bir söyleşi yapmaya çalıştık.

Hazreti Peygamber’i anamızdan babamızdan, hatta kendi nefsimizden daha çok sevmeyi nasıl anlamalıyız? Bu, bir ideal mi, yoksa iman etmiş olmak için bir asgarî şart mı?

Hayatındaki nimetlerin farkına varmayan, sadece su ile, ekmek ile yaşayabilen, başka bir nimet aramayan, üstüne giyindiği elbisede hiçbir renk ya da model, bindiği araçta hiçbir özellik aramayan kişi için belki sadece peygamberin varlığını bilmek de kafi gelebilir. Hayatının her safhasında sofrada üç çeşit yemek dahi olsa, salatası, tuzu, yağına kadar müdahale eden, en azından maddi zevk sahibi olan bir insana gelince, böyle bir insanın manâ sahasında da tadını alabileceği bir güzelliğe erişmesi, onun için vaciptir. Biraz kapalı olduysa, şöyle bir müşahhas örnek vermek istiyorum:

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM