Sahip Olmak, Olmak

Yazan Erich Fromm Write on Perşembe, 11 Mayıs 2017 Yayınlandığı Kategori Kitap Okunma 5206 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Sahip Olmak ya da Olmak

Erich Fromm “sahip olmak” ile “olmak” ilkelerini ya da yönlenişlerini, insan varoluşunun iki 
temel kategorisi olarak değerlendirir.

         Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “Sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine 
mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip 
oluşların sonu yoktur. İnsan hiç bir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel 
olan,   elle  tutulan   aldatıcı   ve  geçicidir.   Bu  nedenle    “sahip  olmak”    tutkusundaki      insanlar  hep 
kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise, kendi mallarına 
göz dikecekleri telaşı ile korkacaklardır.

         “Olmak” ise “sahip olmak”ın karşıtıdır. Hiç bir şeyi elde etmeye, kendine mal etmeye ve 
ona egemen olmaya çalışmaz.

“Olmak” her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi içinde sevmek   demektir.   Böyle   davranan   bir   insan,   dışsal   ve   maddesel   olana   bağlanmaksızın   kendini 
geliştirip, evrimleşmeye çalışır ve insanlık bilinci ile diğer insan kardeşlerini sevmek, onlarla bir olmak arzusunu taşır. 

         Özetle   “sahip   olmak”  ilkesine   göre   kurulmuş  olan   tüm   düzenler   ve   toplumsal   sistemler, 
insanları   mutlu   etmekten,   onları   doğru   yöne   yöneltip,   evrimleşmelerini   sağlamaktan   uzaktırlar, 
yani    yanlıştırlar.    Öyleyse     sorunun     çözümü     kendiliğinden     ortaya     çıkmaktadır.    İnsanlığın 
kurtulabilmesi   için   ilk   ve  tek şart, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir. Bunu 
gerçekleştirebilmek; toplumsal düzeni, sosyal, ekonomik ve politik kurumları yenilemek, böylece o 
toplumdaki insanların “olmak” ilkesine göre davranmalarını sağlamakla olur.

                                                     Hayalin Sonu

         İnsanların ve hayvanların güçlerinin önce mekanik, sonra da nükleer enerji ile karşılanması, 
hatta insan zihninin yerini giderek bilgisayarlara bırakması, endüstriyel gelişimin, sınırsız üretim 
ve   sınırsız   tüketimi   sağlayacağı   yolundaki   inancın   güçlenmesine   yol   açmıştı.   Böylelikle   insanlar, 
tekniğin   aracılığı   ile   “en   güçlü”   ve   bilimin   aracılığı   ile   de   “her  şeyi   bilen”   olacaklarını   sanmaya 
başladılar.   İnsan     kendini   öylesine   güçlü   görüyordu     ki,  artık  içinde   doğayı    yapı  taşı  olarak 
kullanarak, ikinci bir dünya yaratmak umudunu taşıyordu.

         Özgürlük, toplumun daha çok orta ve üst sınıflarında rastlanılan bir olgu olmasına rağmen, 
toplumlarda   egemen   olan   genel   kanı,   endüstrileşme  hızla   ilerledikçe,   özgürlüğün   toplumun   tüm 
bireylerine yayılacağı yolundaydı.

         Sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk üçlemesi, yeni “gelişme dini”nin 
temelini oluşturuyordu.

İnanç 
Kullanılışbiçimine göre dinsel, politik veya kişisel inançlar, ikiye ayrılırlar: 
“Sahip olmak” ilkesinde inanç, akılcıbir kanıtıbulunamayan şeyler konusunda bir çözüm
sahip olmaktır. Kişi bu durumda başkaları(özellikle bürokrasi) tarafından formüle edilmişbaz
klişeleri, kendi inancıymışgibi benimser. 
Böylesi bir inanç, büyük bir gruba girebilmek için satın alınan bir bilet gibidir. Hem b
yolla kişi, kendi başına düşünmek ve karar vermek gibi görevlerden de paçayıkurtarmışolur. 
“Sahip olmak” kökenli inanç, kişiye bir güven duygusu verir. Bu inancıyayın ve koruya
kişilerin güçleri sarsılmaz gibi görüldüğü için de, bireyler bu inanca sahip çıkmakla, en doğru v
şaşmaz gerçeğe vardıklarınısanırlar. Yalnızca bağımsızlıklarınıfeda ederek, böyle güvenilir bi
inanca sahip olmak, günümüzde çok kişi için bulunmaz bir nimettir. 
“Sahip olmak” ilkesinde inanç, emin olmak ihtiyacınıduyan ve yaşamda bir anlam bulma
isteyen, ama bunu kendi başlarına aramak cesaretini gösteremeyenler için, bir koltu
değneğinden öteye geçemez. 
“Olmak” ilkesi açısından baktığımızda, inancaçok başka anlamlar verildiğini görürüz
Önce şu sorularısoralım: “İnsan inançsız yaşayabilir mi?”, “Bizler önce kendimize, sonr
çevremizdekilere ve giderek birlikte yaşadığımız her insana inanmaya mecbur değil miyiz?”
“Yaşamın kurallarına inanmadan varolabilir miyiz?” Cevapların “evet” olmasıhalinde ortaya çıka
şey, inancıolmayan bir insanın umutsuz, yalnız ve korku dolu olacağıdır. 
“Olmak” kökenli bir inanç, ilk aşamada belirli bazıfikirlere inanmak yerine, bir içse
yönlenme biçimi ya da ortaya bir davranış, bir tavır koymak anlamına gelir. “İnancım var”deme
yerine “inanç içindeyim” demek, bence daha doğru olacaktır. 
İnsan kendine veya başkalarına ya da dindar bir kimse Tanrı’ya inanabilir. Eski Ahit’tek
Tanrıilk dönemlerde, sahip olunabilen putların ve Tanrı’ların karşıtı, onların reddedilmesidir
Buradaki Tanrıkavramı, bir soyutlamadır. Tanrı’nın adıyoktur, resminin yapılmasıyasaktır
Hıristiyan-Yahudi dinlerinin gelişimleri süresince, putlaştırma eğilimlerinin iyice önünü alabilme
için, Tanrı’nın özelliklerinin bile tanımlanamaz olduğu teorisi ileri sürülmüştür. 
[İbranice’de, “inanç” sözcüğünün karşılığı“emin olmak” anlamına gelen “emuna”dır. “Amen
ise “eminim ki” (hiç şüphesiz) anlamındadır.] Emin olabilmesi için, kişinin önce, karşısındaki insan
iyi tanıması, sonra  da sevgi ile içsel bütünlük deneyimini yaşamışolmasıgerekmektedir
Karşımızdaki bir insana güvenebilmek, ondan emin olabilmek; kendi ben’imizi olayın dışında tutup
tutamamamıza bağlıdır. 
Bu insana olan güvenimiz bir takım verilere dayandığıiçin, akılcıdır. Ancak bu veriler
geleneksel pozitivist psikolojinin yöntemleri ile saptamak, hele “kanıtlamak” mümkün değildir. O
verileri ancak kişi kendisi, kendi bütünlüğü ve canlılığıiçinde “sınıflayıp”, kullanabilir.

Özetin Devamını Okumak için Tıklayın

Son Düzenlenme Pazartesi, 12 Haziran 2017 21:43

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM