“Olmak” her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi içinde sevmek demektir. Böyle davranan bir insan, dışsal ve maddesel olana bağlanmaksızın kendini
geliştirip, evrimleşmeye çalışır ve insanlık bilinci ile diğer insan kardeşlerini sevmek, onlarla bir olmak arzusunu taşır.
Özetle “sahip olmak” ilkesine göre kurulmuş olan tüm düzenler ve toplumsal sistemler,
insanları mutlu etmekten, onları doğru yöne yöneltip, evrimleşmelerini sağlamaktan uzaktırlar,
yani yanlıştırlar. Öyleyse sorunun çözümü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın
kurtulabilmesi için ilk ve tek şart, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir. Bunu
gerçekleştirebilmek; toplumsal düzeni, sosyal, ekonomik ve politik kurumları yenilemek, böylece o
toplumdaki insanların “olmak” ilkesine göre davranmalarını sağlamakla olur.
Hayalin Sonu
İnsanların ve hayvanların güçlerinin önce mekanik, sonra da nükleer enerji ile karşılanması,
hatta insan zihninin yerini giderek bilgisayarlara bırakması, endüstriyel gelişimin, sınırsız üretim
ve sınırsız tüketimi sağlayacağı yolundaki inancın güçlenmesine yol açmıştı. Böylelikle insanlar,
tekniğin aracılığı ile “en güçlü” ve bilimin aracılığı ile de “her şeyi bilen” olacaklarını sanmaya
başladılar. İnsan kendini öylesine güçlü görüyordu ki, artık içinde doğayı yapı taşı olarak
kullanarak, ikinci bir dünya yaratmak umudunu taşıyordu.
Özgürlük, toplumun daha çok orta ve üst sınıflarında rastlanılan bir olgu olmasına rağmen,
toplumlarda egemen olan genel kanı, endüstrileşme hızla ilerledikçe, özgürlüğün toplumun tüm
bireylerine yayılacağı yolundaydı.
Sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk üçlemesi, yeni “gelişme dini”nin
temelini oluşturuyordu.
İnanç
Kullanılışbiçimine göre dinsel, politik veya kişisel inançlar, ikiye ayrılırlar:
“Sahip olmak” ilkesinde inanç, akılcıbir kanıtıbulunamayan şeyler konusunda bir çözüm
sahip olmaktır. Kişi bu durumda başkaları(özellikle bürokrasi) tarafından formüle edilmişbaz
klişeleri, kendi inancıymışgibi benimser.
Böylesi bir inanç, büyük bir gruba girebilmek için satın alınan bir bilet gibidir. Hem b
yolla kişi, kendi başına düşünmek ve karar vermek gibi görevlerden de paçayıkurtarmışolur.
“Sahip olmak” kökenli inanç, kişiye bir güven duygusu verir. Bu inancıyayın ve koruya
kişilerin güçleri sarsılmaz gibi görüldüğü için de, bireyler bu inanca sahip çıkmakla, en doğru v
şaşmaz gerçeğe vardıklarınısanırlar. Yalnızca bağımsızlıklarınıfeda ederek, böyle güvenilir bi
inanca sahip olmak, günümüzde çok kişi için bulunmaz bir nimettir.
“Sahip olmak” ilkesinde inanç, emin olmak ihtiyacınıduyan ve yaşamda bir anlam bulma
isteyen, ama bunu kendi başlarına aramak cesaretini gösteremeyenler için, bir koltu
değneğinden öteye geçemez.
“Olmak” ilkesi açısından baktığımızda, inancaçok başka anlamlar verildiğini görürüz
Önce şu sorularısoralım: “İnsan inançsız yaşayabilir mi?”, “Bizler önce kendimize, sonr
çevremizdekilere ve giderek birlikte yaşadığımız her insana inanmaya mecbur değil miyiz?”
“Yaşamın kurallarına inanmadan varolabilir miyiz?” Cevapların “evet” olmasıhalinde ortaya çıka
şey, inancıolmayan bir insanın umutsuz, yalnız ve korku dolu olacağıdır.
“Olmak” kökenli bir inanç, ilk aşamada belirli bazıfikirlere inanmak yerine, bir içse
yönlenme biçimi ya da ortaya bir davranış, bir tavır koymak anlamına gelir. “İnancım var”deme
yerine “inanç içindeyim” demek, bence daha doğru olacaktır.
İnsan kendine veya başkalarına ya da dindar bir kimse Tanrı’ya inanabilir. Eski Ahit’tek
Tanrıilk dönemlerde, sahip olunabilen putların ve Tanrı’ların karşıtı, onların reddedilmesidir
Buradaki Tanrıkavramı, bir soyutlamadır. Tanrı’nın adıyoktur, resminin yapılmasıyasaktır
Hıristiyan-Yahudi dinlerinin gelişimleri süresince, putlaştırma eğilimlerinin iyice önünü alabilme
için, Tanrı’nın özelliklerinin bile tanımlanamaz olduğu teorisi ileri sürülmüştür.
[İbranice’de, “inanç” sözcüğünün karşılığı“emin olmak” anlamına gelen “emuna”dır. “Amen
ise “eminim ki” (hiç şüphesiz) anlamındadır.] Emin olabilmesi için, kişinin önce, karşısındaki insan
iyi tanıması, sonra da sevgi ile içsel bütünlük deneyimini yaşamışolmasıgerekmektedir
Karşımızdaki bir insana güvenebilmek, ondan emin olabilmek; kendi ben’imizi olayın dışında tutup
tutamamamıza bağlıdır.
Bu insana olan güvenimiz bir takım verilere dayandığıiçin, akılcıdır. Ancak bu veriler
geleneksel pozitivist psikolojinin yöntemleri ile saptamak, hele “kanıtlamak” mümkün değildir. O
verileri ancak kişi kendisi, kendi bütünlüğü ve canlılığıiçinde “sınıflayıp”, kullanabilir.
Özetin Devamını Okumak için Tıklayın