Write on Pazar, 31 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Benlikten sıyrılan hak kapısının eşiğinde dâim niyazda olan rıza üzere sabit kadem olan, nefsini arif olmakla Hakk’ı ârif kılınan, her tecelliyi Hak’la bilip Hak’la idrak etmeye çalışan, Hak yolunun hakkını vermek üzere azm ü gayret gösteren, malı, mülkü, varlığını, sevgilisi uğruna sarf eden, benden senden geçip O’nu bulan marifet ve Hakk’a kurbiyyet kapısının eşiği…

Derviş ve dervişlik deyince ne kadar çok şey akla ve hatıra gelir. Müsbet veya menfi dervişlik hakkında çok şey söylenile gelmiştir.

 

Derviş kelimesi Farsça lügatlerde kapı eşiği, kapı eşiğinde duran, kapı, kapı dolaşıp dilenen, geçimini ve ihtiyacını kapıdan veya bir kapıdan temin eden kişi manalarına gelen bu tabir tasavvuf ıstılahında ayrı bir mana kazanmıştır. Sözlük anlamının ifade ettiği açılımlardan hareketle seyr u suluktaki müridin halini anlatan bir ıstılah haline gelmiştir. Zira manevi yolda terbiyesine devam eden sâlik rızâ halinin tecellisine derviş kelimesinde mevcut olan mana ile benzerlik taşımaktadır. Peki sûfiyyede derviş denildiğinde ne gibi manalar kastedilebilir? Diye sorulacak olursa bunu bir cümle ile cevaplamak ve bir şekilde izah etmek pek mümkün olmayacaktır. Binâenaleyh biz derviş ve dervişlik hakkında ifade edilen tarifleri belli başlıklar altında toplayarak nazar-ı dikkatlerinize vermek istiyoruz.

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Hizmet, duyar duymaz insanda olumlu güzel şeyleri çağrıştıran bir kelime. Gerçekte herkesin istediği fakat çoğu kimsenin hakkı ile yerine getiremediği, âciz kaldığı saha. Esasında herkes, kurulmuş bu dünya tezgâhında bir şekilde hizmet etmektedir ve her şey esas itibarı ile o Zât’a çalışır. Ancak hizmeti idrak nasip meselesidir. Belki sonda söylenecek başta söylendi. Baştan başlayalım.

Hizmet kelime olarak aslen Arapça “hdm” kelimesinden türetilmiştir. Biz Türkçe telâffuz ederken kelimeyi bazen “d” ile bazen “z” ile kullanmışız. Hademe, Hadim, Mahdum şeklinde söylediğimiz gibi hizmet, hizmetkâr şeklinde de kullanmışız. Tasavvuf terbiyesinde hizmet her safhada olması gereken, aranılan ve istenilen en önemli unsurdur. Daha evvelki yazılarımızda defaatle tasavvufun; muhabbet ile güzellikleri hayata tatbik etmek olduğunu beyan etmiştik. Muhabbet ve aşkın ölçüsü fedakârlıktır. Fedakârlığın tezahürü ise hizmettir. Makbul olan bütün güzelliklerin başında, güzel ve temiz bir niyetin olduğunu görürüz. Tasavvufî ahlâkın öğretisindeki hizmette böyledir. Yani ilk önce niyetin sağlam ve hâlis olması lâzımdır.

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

İnsan; “bir” kelime. Ama içinde ikilik barındıran bir kelime. Kesret (çokluk) âleminde vahdeti bulmak üzere yolculuk eden her insan dinlemeye, duymaya, bir şekilde konuşmaya anlatmaya ihtiyaç hisseder. Yalnız değildir. Kendinden öte bir söyleyen, bazen kendisinden öte bir işiten varlığın adıdır insan. Günlük hayatta şöyle veya böyle bir şeyleri paylaşma ihtiyacı hissederiz. Herkes sahasına göre, kötüler kötülüklerini, tiryakiler tiryakiliklerini, sevenler sevgilerini, nefret edenler nefretlerini paylaşmak isterler. Maddeye ait veya değişik ifade tarzıyla kalıba ait durumlar paylaşıldıkça azalır. Kalbe ve mânâya dâir güzellikler ise paylaşıldıkça artar, çoğalır. İşte kalıbın ötesine geçip kalp etrafında manevî buluşmaya ve bilişmeye sohbet denir. Erenlerin sohbeti ele giresi değil sohbet ehli olabilmek için erenlerin hâline ya tâlib olmak veyahut olmak vakıf olmak icabeder.

Kalbe ulaşmadan kalbindeki güzelliği bulmadan yani ermeden, erenlerle oturup kalkmadan mânâya ulaşılamadığından hakîki sohbete erişilmesi mümkün değildir. Her ne kadar aynı zamanda aynı mekânda bulunulsa da. Bu sohbet, mânâya uzak olanlara, “el”e, yani yabancıya verilecek bir nesne değildir. Fakat samimi bir niyetle, ikrar ile gelenler sohbetin feyzinden ve bereketinden muhakkak nasibdar olur. “Ele giresi değil” sözü hakkında bazı meşâyih (bazı şeyh efendiler) bir mürşidin sohbetine erip onun elini tutanlar kendilerine tevdi kılınan bu emanete hıyanet etmeksizin dosdoğru hareket etmeye gayret ederlerse emanetin esas sahibi olan Hazreti Allah’ın kudret eli onlar üzerine olur. Ve böylece herhangi bir şahsın eline ve avucuna sığamayacak muazzamlıkta tecellîlere mazhar olurlar. Ümmî Sinan Hazretlerinin “ele giresi değil” sözüyle bu manevî mîrâc’ın ancak Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve merhamet eliyle gerçekleştiğine de işaret ettiğini belirtmişlerdir.

Write on Cuma, 21 Nisan 2023 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

öp: Ömer Baldık

Kendi ifadesiyle çocuk yaştan beri tasavvuf kültrünün içinde yoğrulan bir isim Mehmet Fatih Çıtlak. Latin harfleri ile okumadan evvel Osmanlıca okuyabiliyormuş.

 Esas eğitimini Gönenli Mehmet Efendi gibi büyük zâtlardan aldığını belirten Çıtlak, sonradan Türkoloji eğitimi de almış. Hat sanatı ve tasavvuf musıkisine olan ilgisi nedeniyle halen sesli yayıncılıkta müzik yönetmeni ve yönetmen olarak da çalışıyor. En son, İtalyan-Türk ortak yapımı Derviş filminin danışmanlığıyla gündeme gelmişti. Kendisiyle, Resul-i Ekrem’in tasavvuf penceresinden bugün nasıl kavranması gerektiğiyle ilgili faydalı bir söyleşi yapmaya çalıştık.

Hazreti Peygamber’i anamızdan babamızdan, hatta kendi nefsimizden daha çok sevmeyi nasıl anlamalıyız? Bu, bir ideal mi, yoksa iman etmiş olmak için bir asgarî şart mı?

Hayatındaki nimetlerin farkına varmayan, sadece su ile, ekmek ile yaşayabilen, başka bir nimet aramayan, üstüne giyindiği elbisede hiçbir renk ya da model, bindiği araçta hiçbir özellik aramayan kişi için belki sadece peygamberin varlığını bilmek de kafi gelebilir. Hayatının her safhasında sofrada üç çeşit yemek dahi olsa, salatası, tuzu, yağına kadar müdahale eden, en azından maddi zevk sahibi olan bir insana gelince, böyle bir insanın manâ sahasında da tadını alabileceği bir güzelliğe erişmesi, onun için vaciptir. Biraz kapalı olduysa, şöyle bir müşahhas örnek vermek istiyorum:

Write on Cuma, 14 Ocak 2022 Yayınlandığı Kategori Sohbetler

Türkiye’deki arkeolojik çalışmalarla neredeyse tarih öncesi diyebileceğimiz birçok bulgu, yapıt hatta fosiller ortaya çıkmakta. Ama belki de hiçbir ülkede göremeyeceğiniz tarih öncesi kalıntıların kendiliğinden ortaya çıktığı bir ülkede yaşıyoruz. Mesaj ve tweetleri okuduğumda din düşmanı fosillerin bizi neredeyse ta Hz. Âdem ve Nuh’a kadar götürdüğüne şahit olmaktayız. Gençlik dönemlerimde bunların artık bittiğini ve yok olduğunu zannetmiştim. Kur’an-ı Kerim bir defa daha mucize oluşunu gösteriyor. Son güne kadar bu putperest zihniyetler bitmeyecek. Tek ümidim sübyan mekteplerinde fıtratlarına uygun eğitimi henüz dünya hayatı onları bozmadan alan çocuklar. Bunlar sayesinde belki biraz olsun rahat edebileceğiz. Aslında tenezzül bile etmemek lazım bu çarpık zihniyete cevap vermekle… Ama bu kadar özel fosiller görünce özel ilgi istediği muhakkak. İnşallah Allah Teala bu gibilere özel muamele yapacak. Ne diyelim… Allah Teala ibret olanlardan değil ibret alanlardan olmayı nasip eylesin.

Write on Cuma, 11 Ekim 2019 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Safer Ayında Uğursuzluk Yoktur Safer ayı uğursuz değildir!

04.11.2016 - 03:11

Kıymetli dostlar! İslam dini bizlere günlük hayatımızda karşılaştığımız müşküllerimizi çözecek, aynı zamanda gündelik hayatın telaşesi içerisinde ıskalamamamız gereken güzellikleri fark edebilecek bir nur ve bir eğitim şekli sunmaktadır.

Muharrem ayı tamam oldu, Safer ayı geldi. Tabii ki bu konuştuğumuz ayların sıralaması Hicri takvime göredir. Hicri takvim nedir? Hazret- i Ömer (RA) zamanında; hicretin gerçekleştiği senenin başlangıç senesi kabul edilmesiyle birlikte, takvim hesaplamasının kamere yani aya göre yapılması meselesidir.

Kaynak:haberturk.com

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM