M.Fatih ÇITLAK

M.Fatih ÇITLAK

Web sitesi adresi: https://mehmetfatihcitlak.com/
Write on Pazar, 31 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Benlikten sıyrılan hak kapısının eşiğinde dâim niyazda olan rıza üzere sabit kadem olan, nefsini arif olmakla Hakk’ı ârif kılınan, her tecelliyi Hak’la bilip Hak’la idrak etmeye çalışan, Hak yolunun hakkını vermek üzere azm ü gayret gösteren, malı, mülkü, varlığını, sevgilisi uğruna sarf eden, benden senden geçip O’nu bulan marifet ve Hakk’a kurbiyyet kapısının eşiği…

Derviş ve dervişlik deyince ne kadar çok şey akla ve hatıra gelir. Müsbet veya menfi dervişlik hakkında çok şey söylenile gelmiştir.

 

Derviş kelimesi Farsça lügatlerde kapı eşiği, kapı eşiğinde duran, kapı, kapı dolaşıp dilenen, geçimini ve ihtiyacını kapıdan veya bir kapıdan temin eden kişi manalarına gelen bu tabir tasavvuf ıstılahında ayrı bir mana kazanmıştır. Sözlük anlamının ifade ettiği açılımlardan hareketle seyr u suluktaki müridin halini anlatan bir ıstılah haline gelmiştir. Zira manevi yolda terbiyesine devam eden sâlik rızâ halinin tecellisine derviş kelimesinde mevcut olan mana ile benzerlik taşımaktadır. Peki sûfiyyede derviş denildiğinde ne gibi manalar kastedilebilir? Diye sorulacak olursa bunu bir cümle ile cevaplamak ve bir şekilde izah etmek pek mümkün olmayacaktır. Binâenaleyh biz derviş ve dervişlik hakkında ifade edilen tarifleri belli başlıklar altında toplayarak nazar-ı dikkatlerinize vermek istiyoruz.

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

İnsanın doğumu ile başlayan ailesinin ve muhitinin tesiriyle şekillenen bir lisanı vardır. Eski tâbirle lisanı mader zat, yeni tâbirle anadili olan bu lisan, gündelik konuşma anlaşmalar için kullanılmaktadır. Bu lisandan başka insan şahsiyetinin tekâmülüne, ahlâki ve ulvî ufkunun mâhiyetine işaret eden, bir de lisanı edebîsi yani edebiyatı vardır. Buna binâen lisan, şahsın veya şahısların oluşturduğu cemiyetin ilmini, kültürünü, edebini valhâsıl maddî ve mânevî sahip olduğu tüm değerlerini yansıtabileceği yegâne unsurdur. İnsanlık varoluşundan bu yana, konuşmayı, dilin oluşumunu, menşeini hep merak ederek sorgulamıştır. Gramer yapısı, ses özellikleri, mânâ incelikleri ve  daha neler neler… Hepsi söz tılsımını çözmek, lisandaki esrar perdesini biraz olsun aralamak için çalışılan sahalardan sadece birkaçıdır. Bu sahalardan hangi birinde derinleşilirse, bilmece içinden çıkılamayacak kadar da iyice bocalatan hâllere dönüşüyor. İlmin şu anda lisan ve sözde geldiği nokataya bakarsak manzara, tesbit ve teorilerden öteye geçememiş tahminler yumağı mahiyetindedir. Bir başka ifade ile “nasıl”ın cevabı meçhûldür. Bu dahi gösteriyor ki söz, kelâm, lisan veya konuşmak tâbir edilen hâdise; çok basit gibi algılansa da, aslen ucu gayb âlemine bağlı ilâhi sır özelliğini hâlâ muhafaza etmektedir. Pekalâ hiç mi bilinmez?

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Gerek Hakk’a karşı gerekse halka karşı pişmanlık duyduğumuzda, günahlarımızdan mahcubiyet hissettiğimizde, özümüze lâyık olmayan bir işe bulaştığımızda hatta düştüğümüzde, kendi liyâkatimizden daha fazlası ikram edildiğinde, ama her mevkide ve her makamda… Estağfirullah…

Tevbenin kelimesi diye tabir etmek pek de yanlış olmasa gerek. Esasında tevbe, kalpteki pişmanlıktan ibarettir. İçindeki o kalbî sızıyı hissetmeyenin, hangi lâfzı kullanırsa kullansın velev ki estağfirullah kelimesi de bu lâfızlardan olmuş olsun, kalbindeki hissiyata tercüman olmayan ve bağlı olmayan bu lâfızlar havada uçuşan birkaç günlük canlılar gibi şöyle bir gözükür kaybolur. Belki Allah Teâlâ merhameti ile bu riyakâr ve samimiyetsiz tevbeleri kayda almaz. Meleklerine sildirir. Aksi takdirde böylesi istiğfar ve tevbeler aleyhimize birer delil teşkil edecektir.

  

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Hizmet, duyar duymaz insanda olumlu güzel şeyleri çağrıştıran bir kelime. Gerçekte herkesin istediği fakat çoğu kimsenin hakkı ile yerine getiremediği, âciz kaldığı saha. Esasında herkes, kurulmuş bu dünya tezgâhında bir şekilde hizmet etmektedir ve her şey esas itibarı ile o Zât’a çalışır. Ancak hizmeti idrak nasip meselesidir. Belki sonda söylenecek başta söylendi. Baştan başlayalım.

Hizmet kelime olarak aslen Arapça “hdm” kelimesinden türetilmiştir. Biz Türkçe telâffuz ederken kelimeyi bazen “d” ile bazen “z” ile kullanmışız. Hademe, Hadim, Mahdum şeklinde söylediğimiz gibi hizmet, hizmetkâr şeklinde de kullanmışız. Tasavvuf terbiyesinde hizmet her safhada olması gereken, aranılan ve istenilen en önemli unsurdur. Daha evvelki yazılarımızda defaatle tasavvufun; muhabbet ile güzellikleri hayata tatbik etmek olduğunu beyan etmiştik. Muhabbet ve aşkın ölçüsü fedakârlıktır. Fedakârlığın tezahürü ise hizmettir. Makbul olan bütün güzelliklerin başında, güzel ve temiz bir niyetin olduğunu görürüz. Tasavvufî ahlâkın öğretisindeki hizmette böyledir. Yani ilk önce niyetin sağlam ve hâlis olması lâzımdır.

Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

İnsan; “bir” kelime. Ama içinde ikilik barındıran bir kelime. Kesret (çokluk) âleminde vahdeti bulmak üzere yolculuk eden her insan dinlemeye, duymaya, bir şekilde konuşmaya anlatmaya ihtiyaç hisseder. Yalnız değildir. Kendinden öte bir söyleyen, bazen kendisinden öte bir işiten varlığın adıdır insan. Günlük hayatta şöyle veya böyle bir şeyleri paylaşma ihtiyacı hissederiz. Herkes sahasına göre, kötüler kötülüklerini, tiryakiler tiryakiliklerini, sevenler sevgilerini, nefret edenler nefretlerini paylaşmak isterler. Maddeye ait veya değişik ifade tarzıyla kalıba ait durumlar paylaşıldıkça azalır. Kalbe ve mânâya dâir güzellikler ise paylaşıldıkça artar, çoğalır. İşte kalıbın ötesine geçip kalp etrafında manevî buluşmaya ve bilişmeye sohbet denir. Erenlerin sohbeti ele giresi değil sohbet ehli olabilmek için erenlerin hâline ya tâlib olmak veyahut olmak vakıf olmak icabeder.

Kalbe ulaşmadan kalbindeki güzelliği bulmadan yani ermeden, erenlerle oturup kalkmadan mânâya ulaşılamadığından hakîki sohbete erişilmesi mümkün değildir. Her ne kadar aynı zamanda aynı mekânda bulunulsa da. Bu sohbet, mânâya uzak olanlara, “el”e, yani yabancıya verilecek bir nesne değildir. Fakat samimi bir niyetle, ikrar ile gelenler sohbetin feyzinden ve bereketinden muhakkak nasibdar olur. “Ele giresi değil” sözü hakkında bazı meşâyih (bazı şeyh efendiler) bir mürşidin sohbetine erip onun elini tutanlar kendilerine tevdi kılınan bu emanete hıyanet etmeksizin dosdoğru hareket etmeye gayret ederlerse emanetin esas sahibi olan Hazreti Allah’ın kudret eli onlar üzerine olur. Ve böylece herhangi bir şahsın eline ve avucuna sığamayacak muazzamlıkta tecellîlere mazhar olurlar. Ümmî Sinan Hazretlerinin “ele giresi değil” sözüyle bu manevî mîrâc’ın ancak Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve merhamet eliyle gerçekleştiğine de işaret ettiğini belirtmişlerdir.

Write on Cumartesi, 16 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

İnsanlık’ ve ‘tarih’ kavramları yan yana geldiğinde hayallerimizin bile alamayacağı çok geniş ve derin mefhumlara çağrı yapar. ‘İnsanlık tarihi’ ise binlerce toplumun ve medeniyetin yaşanmışlıklarını içine alan bir ifadedir. Fakat bu târihî süreç içerisinde bazı toplumlar, medeniyetler ve insanlar öylesine derin izler bırakmıştır ki ‘insanlık tarihi’ denildiğinde sadece bunları bile hatırlıyor olmak, sınırlarını çizemeyeceğimiz bu mefhumları âdetâ özetleyiverir.

Hiç şüphesiz Anadolu toprağı dünya tarihinin en müstesnâ medeniyetlerine ev sahipliği yapma hüviyetiyle insanların eriştikleri medeniyet çizgisini göstermek bakımından göz kamaştırıcı bir vitrin olmuştur. San’ata, ilme, inanca ve hatta kudrete sahip olduğunu düşünen birçok toplum kendisini bu topraklarda bütün cihâna göstermek arzu ve isteğinde olmuştur. Bu muhteşem vatan toprağı bilhassa Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleriyle insanlığın iftihar tablosu olmuş, Anadolu’nun bağrından fışkıran bu ruh, bütün dünyayı ilmi, inancı, ahlâkı, san’atı ve bilhassa muhteşem gönül insanlarıyla aydınlatmış, etkisi altına almış, bunları yaparken de gönülleri fethedebilmeyi başarmıştır.

Write on Cuma, 21 Nisan 2023 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

öp: Ömer Baldık

Kendi ifadesiyle çocuk yaştan beri tasavvuf kültrünün içinde yoğrulan bir isim Mehmet Fatih Çıtlak. Latin harfleri ile okumadan evvel Osmanlıca okuyabiliyormuş.

 Esas eğitimini Gönenli Mehmet Efendi gibi büyük zâtlardan aldığını belirten Çıtlak, sonradan Türkoloji eğitimi de almış. Hat sanatı ve tasavvuf musıkisine olan ilgisi nedeniyle halen sesli yayıncılıkta müzik yönetmeni ve yönetmen olarak da çalışıyor. En son, İtalyan-Türk ortak yapımı Derviş filminin danışmanlığıyla gündeme gelmişti. Kendisiyle, Resul-i Ekrem’in tasavvuf penceresinden bugün nasıl kavranması gerektiğiyle ilgili faydalı bir söyleşi yapmaya çalıştık.

Hazreti Peygamber’i anamızdan babamızdan, hatta kendi nefsimizden daha çok sevmeyi nasıl anlamalıyız? Bu, bir ideal mi, yoksa iman etmiş olmak için bir asgarî şart mı?

Hayatındaki nimetlerin farkına varmayan, sadece su ile, ekmek ile yaşayabilen, başka bir nimet aramayan, üstüne giyindiği elbisede hiçbir renk ya da model, bindiği araçta hiçbir özellik aramayan kişi için belki sadece peygamberin varlığını bilmek de kafi gelebilir. Hayatının her safhasında sofrada üç çeşit yemek dahi olsa, salatası, tuzu, yağına kadar müdahale eden, en azından maddi zevk sahibi olan bir insana gelince, böyle bir insanın manâ sahasında da tadını alabileceği bir güzelliğe erişmesi, onun için vaciptir. Biraz kapalı olduysa, şöyle bir müşahhas örnek vermek istiyorum:

Write on Pazar, 26 Şubat 2023 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Tezkiye-i nefis; yani nefis terbiyesi Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (sas)’in tatbikinde emrolunmuş bir haslettir.

İnsanı, kötü sıfatlardan arındırma, gideceği yere uygun hale getirme, ‘bana dön’ denildiğinde oraya götürülebilecek bir halde olması için çabalamaktır. İnsan bu dünyaya gelirken annesini, babasını, kaşını, gözünü seçemez. Fakat ahlaki yapısını değiştirebilme kudreti verilmiştir. Tasavvuf, bu olabilirlik üzerine kurulmuştur. İşte buna tezkiye-i nefis denir. Allah bizden bunu ister. Oruç bu tezkiye-i nefsi sağlamak için en önemli unsurlardandır. Çünkü nefis aç kalmadığı sürece kendisinin dışındaki kudreti ve alemi fark etmez. Fıtratı öyledir. Allah nefsi yarattığında onu değişik mahrumiyet ve ceza şekilleriyle imtihan etmiş. “Sen kimsin, ben kimim?” diye her sorulduğunda nefis “Ben benim, sen sensin.” demiş. Ne zaman aç kalmış ,“Ben senin kulunum, sen benim Rabb’imsin.” diyecek hale gelmiş.


Sadi bir beytinde der ki: “Bir kişi düşkün, zayıf, hasta ve açken onu Beyazıd Bestami ve Cüneyd zannedersin; fakat tok, sağlıklı ve makam sahibi olduğunda Nemrutlara Firavunlara bile taş çıkartır.” Terbiye edildikten sonra nefsin her nimetten istifade etmeye hakkı vardır. Terbiye edilmemiş bir nefis kudret sahibi olduğunda ya kendine ya başkalarına zulmedici olmuştur. İşte oruç bize acizliğimizi hatırlatır. Oruç tutmakla beraber nefsani kudretimizin mecali azalır. O zaman esas bu nefsi harekete geçiren ruh ortaya çıkmaya başlar. Bu ne kadar çok parıldarsa oruç tuttuktan sonra da o hal devam eder. O hal ne kadar az görünürse orucun bozulmasıyla da gider. Ramazan’dan sonra niye eskisi gibi tuhaflaşıyoruz diye hep şikayet ederiz. Bu, orucun tam tutulmamasından kaynaklanır. O ruhi yapı daha çok ortaya çıksa inkar edilemeyecek şekilde ayan beyan olsa, asla o bir daha kaybolup gitmez.

Write on Pazar, 05 Şubat 2023 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Aziz ve muhterem Mehmet Fatih beyefendi, Âsitâne dergimiz için mülâkat isteğimizi kabul etmenizden dolayı kalbî teşekkürlerimizi kabul buyurunuz. Efendim, Mevlâna Hazretleri Mesnevî-i Şerîf’lerinde

Ez hudâ cûyîm tevfik-i edeb

Bî edeb mahrum u geşt lutf-i rab

“Hudâ’dan edeb hususunda yardım dileyelim. Çünkü edebi olmayan, Rabbin lutfundan mahrum kalır.” buyuruyorlar. Hazreti Pîr efendimizin Cenâb-ı Hakk’tan edeb hususundaki bu niyâzlarından bahisle yüksek müsaadelerinizle suallerimize edebin tanımı ile başlamak dileriz. Edeb nedir efendim?

■ ■ ■ Eyvallah efendim. Bir kere nazik davetinizden dolayı bendeniz sizlere teşekkürü bir borç bilirim. Edeb, tasavvuf, Hazreti Pîr gibi mevzûlar olduğunda fakirin hatırlanmasının şükrünü ödemekten de âcizim, bunu da arzetmek isterim.

“Âyet âyet hemegî ma’ânî-i Kur’ân edebest” diyor Hazreti Mevlânâ. Velhâsılı “Kur’ân-ı Kerîm âyet âyet edebtir” buyuruyor. Edeb evet bize öğreti olarak birçok mânâlarda eline, beline, diline sahip olmak gibi hep halk’a nüfuz etmesi için belli öğretilerde takdim edilmiştir. Fakat edebte bir farklı husûsiyet vardır. Tam kelimesiyle Hazreti Pîr’in sözlerine bakarsak bu inceliği işaret ettiğini göreceğiz. Ama ondan evvel şunu arzedeyim; bir kere edeb kelimesi için İslam literatüründe, İslam ahlâkında nasıl kullanıldığına hemen bir bakmak lazım. “Eddebenî Rabbî, fe-ahsene te’dîbî! “ Beni Rabbim terbiye etti, edeblendirdi, Onun edeblendirmesi ne güzel!” dediğine göre Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve sellem) Efendimiz, edeb gözle görülen ahlâkın ötesinde ki bir cevher. Ahlâk taklîd edilebilir fakat edeb taklîd edilemez. Ahlâk insanın hilkatinde, fıtratında zâhiren algılanabilecek hallerdir. Mesela bir insanın konuşma şeklindeki tevâzuyu taklîd edebilirsiniz. Tevâzu cümlelerini seçerek belli bir fiziki yapıya bürünerek bu ahlâkı taklîd mümkündür. Fakat o tevâzu’nun kalpte olan mânâsını taklîd mümkün müdür? Mümkün değildir. İşte o tevâzuyu yani ahlâk’ın (tevâzu ki bunlardan birisidir) ve ahlâki tüm davranışların esas kalpte neş’et eden noktasına edeb deniyor. En önce o edeb cevheri olarak kalb’i ihâta ediyor, kalpteki o edeb ondan sonra fi’liyyâta geçiyor. Dolayısı ile edeb ilk başta “kalb”in ahlâkıdır. “Kalb”in ahlâkına edeb denir. Peki kalp nedir? Kur’ân’ın ve Allah’ın muhatabı ve nazargâh-ı İlâhî’dir. Mahbub-u Subhânî’nin nazar ettiği, mihman olduğu mekandır, îmân’ın temekkün ettiği makarr-ı İlâhî’sidir, hepsidir. O halde kalpteki bu îmân’ın ilk alâmeti edeb’tir. Îmân’ın şartlarını kabul “Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve Rusûlihî” diye sayılan altı maddeyle toplanan şartlar îmân’ın zâhirî şartlarıdır. Ama bu îmân’ın zâhirî şartlarının bizde bulunması gereken kalbî noktasına ve kabulüne îmân’ın bâtinî şartları denir. Îmân’ın bâtinî şartlarının ilk maddesi ise edeb’tir. Şimdi o halde şunu hemen söyleyelim ve mevzûyu öyle toparlamaya çalışalım. Edeb lâtif bir şeydir. Yani zâhiren hemencecik farkedilen birşey değildir edeb. Menşei itibariyle kalbî olduğu için ancak kalpteki letâfetle anlaşılabilir. Şimdi geliniz Hazreti Pîr’in o sözüne böyle bakınız. Ne diyor efendim? “Allah Teâlâ’nın lûtfuna” Dikkat buyurun tâbire! Allah Teâlâ’nın lûtfuna mazhariyetten bahsediyor. İşte Lâtif sırrı o letâfetle ancak bilinen edeble oluyor. Ancak o zaman Allah’ın lütf-u İlâhî’sinden ve “Latifun bi ‘ibadihi” âyeti kerimesinden nasibdâr olunuyor. Bu çok önemlidir.Çünkü şerîat’ın bâtınında olan hikmetlere ancak bu aşk ile nüfûz edilir. O halde Allah Teâlâ’ya duyulan muhabbetin alâmeti îmân, bu îmân’ın coşkulu bir halde kalbi sahada yerleşmesine vesile olan da edebtir. Edebin muhafaza ettiği bu îmân’a aşk denir. O yüzden edeb aşktan, aşk da edebten beslenir. Edeb olmazsa Lâtif sırrı olan o aşk-ı İlahî asla tam mânâsıyla tecelli etmez, savuşur gider.

Write on Cuma, 14 Ocak 2022 Yayınlandığı Kategori Sohbetler

Türkiye’deki arkeolojik çalışmalarla neredeyse tarih öncesi diyebileceğimiz birçok bulgu, yapıt hatta fosiller ortaya çıkmakta. Ama belki de hiçbir ülkede göremeyeceğiniz tarih öncesi kalıntıların kendiliğinden ortaya çıktığı bir ülkede yaşıyoruz. Mesaj ve tweetleri okuduğumda din düşmanı fosillerin bizi neredeyse ta Hz. Âdem ve Nuh’a kadar götürdüğüne şahit olmaktayız. Gençlik dönemlerimde bunların artık bittiğini ve yok olduğunu zannetmiştim. Kur’an-ı Kerim bir defa daha mucize oluşunu gösteriyor. Son güne kadar bu putperest zihniyetler bitmeyecek. Tek ümidim sübyan mekteplerinde fıtratlarına uygun eğitimi henüz dünya hayatı onları bozmadan alan çocuklar. Bunlar sayesinde belki biraz olsun rahat edebileceğiz. Aslında tenezzül bile etmemek lazım bu çarpık zihniyete cevap vermekle… Ama bu kadar özel fosiller görünce özel ilgi istediği muhakkak. İnşallah Allah Teala bu gibilere özel muamele yapacak. Ne diyelim… Allah Teala ibret olanlardan değil ibret alanlardan olmayı nasip eylesin.

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM