Hayatın Satır Araları

Yazan Write on Cuma, 22 Haziran 2018 Yayınlandığı Kategori Kitap Okunma 4952 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Bismillahirrahmanirrahim

Mahmud Erol Kılıç Hayatın Satır Araları Modern zamanlarda Kendini Bulmak İnceleme

Sufi Kitap Timaş Yayınları Şubat 2018 6. Baskı 176.S

ISBN 9786055215446

Mehmet Sirin 

Hayatın satır arası olur mu? Biri size hayatınızın satır aralarını okudunuz mu derse siz ne dersiniz?  Yazı ile anlatılamayanı düşüncelerimiz ile kendimiz bulmak ve okumaya çalışmak. Yazarımız Hayatın satır aralarını doğru okuyabilmek için nasıl bir yol izlemeliyiz sorususuna farklı bir bakış açısı sunuyor. Hayatın Satır Araları Modern zamanlarda Kendini Bulmak adlı eser bizim kendi hayatımızın satır aralarını okumak için de rehber niteliğinde bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Bunun içinde yazarımız hayatı okumasını bilen Hak dostlarının nasıl bir okuma yaptığına değinir. Yazarımız hayatın satır aralarını satır satır eserine nakş ederek bizide bu seyre misafir ediyor...  Hayatın, asıl varlığımızın, bedenimizin, değerler dünyamızın, geçmiş ve gelecek arasındaki geleneklerin nasıl anlaşılması ve bu geleneklerin nasıl ağacın kökleri gibi insan hayatı içinde çok önem arz ettiğinden bahseder.

Bunun yanında İslam’ın sadece hukuki konulardan değil aynı zamanda içinde muhabbet olan bir dinin yaşanması gerektiğinden bahseder. Bu muhabbetin insanın ayrıştıran fikirler üzerinden değil bizi birleştiren unsurlar üzerinden durulması gerektiğinden bahseder. Anadolu mayalandıranlardan hak dostlarından ve birleştirici rollerinden bahseder.  Muhabbeti ve aşk ile insanları bir bütün haline tek bir bedenmiş düşüncesine getirmeye çalışan Hak dostlarından bazı isimlerin ele alır. Birinci bölümde Kendini bulmak, İkinci bölümde Modern zamanlar, üçüncü bölümde ise Anadolu’nun Ruhu başlıkları altında üç bölümde inceler. Konular birbirinden farklı gibi gözükse de özde bire bütünlük arz eder. Yer yer kitabın içeriğinden alıntılar ekleyeceğimiz kitabımıza hep beraber bir göz gezdirelim.

I. Bölüm Kendini Bulmak

İlk emir İkra (oku) hitabı Resulullah sav den bize intikal eden kendimizi, hayatı, evreni nasıl okumamız gerektiğini bizlere bildirilmiş. Fakat insanlık ırkı, rengi, cinsiyeti, mevki, makam, menfaati, evrensel okumanın önüne koyduğu zamanlardan beri. Okuduğu baktığı, anlamlandırdığı, yaşadığı hayatı sürekli yanlış yorumlamaya ve bu yorumlama sonucu Nedensellik, maddeci ve gördüğü kadarı ile kısıtlı bir bakış açısını mutlak kabul etme hastalığına tutulmuş. Bu bakışta beraberinden insanoğlunun birçok sorunlarla yüzleşmesine neden olmuştur.

Yazarımız burada modern, çağdaş, doğulu, batılı, erkek dişi gibi birçok unsurun ayrımından insanların ayrışmasına neden olan unsurlar üzerinden hayata bakmak yerine herkes için ortak olan aşk ve ölüm gibi kavramların birleştirici ortak duygular üzerinden bir bakışın önemli olduğunu vurgular. İnsanlığın madde ve mana arasındaki makasın açılmasına neden olan unsurların başında modernizimin geldiğinden bahseder.

İnsanın Ruhi (dikey-manevi-enfüsi) ve maddi (yatay-doğum ile ölüm arasındaki tüm yaşadığı tecrübe) olarak iki tarihinin, iki gelişiminin olduğundan bahseder.

Geleneğin inşa ettiği toplumun maneviyatı merkez aldığını ve maddeliği buna esas alarak belirlediğini söyler. Çünkü insanın iç dünyasının değişiminin sonucu dış dünyasının değişebileceğinden bahseder.

Dengeyi bulmanın tek çaresinin yatay ve dikey eğitimin dengede ilerlemesiyle mümkün olduğunu söyler.

Mahmud Erol Kılıç değerlerin insanın sırtını verdiği ve bu referanslarla etrafından kurulan korunan ve geliştiren bir insandan bahseder. Toplumun davranış ve algısını değer değil; bencilik, çıkar ve haz belirlediğinden bahseder...  Bu değerlerin nasıl değiştirildiğinden, yozlaştırıldığından bahseder. Bu konuya örnek olarak İslam’ın bir savaş dini ve Resulullah sav bir savaşçı olarak gösterilmesinin fakat aslında bunun tersi olduğunu açıklar. Bu şekilde Birçok kutsalımızın ananevi(gelenek) kültürümüze karşı nasıl yabancılaştığımızı ve bunun sonucunda bazen geçmişimize nasıl sırt dönüştüğümüzü hatta daha fazla ileriye giderek nasıl düşman olduğumuzdan bahseder. Öğretmen öğrenci ilişkisinden eğitimin hayatın bütününü kapsadığından bahseder. Bunun yanında Eski zamanlarda medreselerin olduğunu fakat bunun yanında sokakta da kıraathane, tekke, dergâh, gibi unsurların insan eğitiminin vazgeçilmez bir unsur olduğundan bahseder.

Modern eğitim tasavvurunun Hayatın acı, ağrı, hastalık, yaşlılık, ölüm gibi kısımlarını günah, eksiklik, stres, sebepleri olarak gördüğünden bahseder. Fakat bunun zıddı irfani hayata bakışın getirdiği bakış açısı ile kahrı ve Lütfü bir görmenin hayatın olmazsa olmazı olarak kabul eder. Peşinde koşulan modernizmin dayattığı mutluluğun sadece biyolojik kısmına odaklanması, insanı kendisinden, özünden uzaklaştırırken acı, ağrı gibi unsurların insanın yüzünü kendisine çevirmesine vesile olduğundan bahseder. Niyazî-i Mısri Hazretlerinin iki kıtasını bizimle paylaşır.

Derman arardım derdime,

Derdim bana derman imiş  

İnsanın kendini arayış yolculuğunda sadece biyolojik ve maddi kısımları değil en mükemmel şekilde yaratılan insanın Allah’tan gelip Allah döndürüleceği, insana şah damarından yakın olduğu inananında inanmayanında görüneninde görünmeyenin sadece Bir olan Allah’a ait olduğu vurgusu yapılır. Gerçeğini şu anda bu Allahtan uzaklık hissinin oluşturduğu ayrılık acısını Aşkını çevresinde gördüğü kimi maddi kimi karşı cinste aramaya başladığını ama insanın asıl aradığı varlığın Allah olduğundan bahseder.

Yazarımız, Tasavvuf ’un, bütüncül bir varlık okuması yaptığını, cümle varlığın “bir”liğine inandığını modernizim, determinizmin, materyalizm, pozitivizm gibi akımların daha çok beş duyunun ötesine geçemeyen bir bakış açısına sahip olduğunu bunu aksine İslam bir yaşayış ve hayatı anlamlandırmada tasavvufi bir bakışla her şeye bir bütünsel şekilde hayata baktığında bahseder. Tasavvuf İslam’ın şiiri, felsefesi, remizi olarak tanımlanabileceğinden bahseder. Arifin hali dil üzerinden aktarılamadığı için, daha doğrusu dilin bunu kaldıramamasından dolayı tasavvuf şiirlerinde sembolizme gidilmiştir. Bunun bir nedeni olarak da varlığın dili sığ bir dille anlatılamayacağında bahseder. Hz. Musa ve (Hukuki, Şeriat) Hz. İsa (sevgi-Muhabbet) peygamberi olarak görüldüğünü söyler. Tasavvufun itiraz ettiği kısmın hukuka/şekle indirgenmesi olduğunu ruhun, mananın ve estetiğin gerekliliğine vurgu yaptığından bahseder.

Yazarımız kitabında şunları yazar; “Tasavvufun temelde insan nefsinin terbiyesini, insan-ı kamilin doğumunun yollarının temel aldığı varlığı bir gözle görüp duymanın yollarını gösteriyor. Yazarımız tasavvuf hakkında Tasavvufun, insanı Rabbin yarattığı varlığa içkin manaya muhatap olabilecek bir kulak haline getiriyor. Ona öylesine bir kalp, gönül, bir iç kazandırıyor ki kendine gelen her bir şeyi/sesi iyice karşılıyor.  Varlığı “bir”lediği için, oradan gelen her şeyde Rabbin mührünü görüyor, dolayısı ile tesir müspet oluyor.”

Yazarımız her meslek erbabına göre bir tekke var olduğunu ve mesleği üzerinden tasavvufi terbiye aldığından bahseder.

Kuranda geçen şiir, musiki gibi unsurların asılda yasaklanmadığı o dönemde vahyin bir şairin/büyücünün sözleri gibi algılandırılmak istenmesinden bahseder. Kur’an-ın buna cevap olarak inen ayetlerden bahseder. Bunun sonrasında ayetlerin nasıl genele tüm şiir ve musikiye atfettirildiğinden bahseder. Resulullah sav dahi şairi olduğundan bahseder. Bu tür sanatların, dinleyende oluşturduğu duyguların Allah’tan uzaklaştırdığımı yoksa yakınlaştırıldığımı önemine vurgu yapar.

Mahmud Erol Kılıç dostluk konusunda insan duyulan muhabbetin aşkın sonunda Allaha götüren bir yol teşkil ettiğinden bahseder. Tıpkı Mecnunun Leyla’dan Mevla’ya geçişi gibi. Hakiki dostun Allah olduğunu söyler. İmtihandan, testten geçmeyen buluşmalar dostluğa inkılap etmez der yazarımız. Devamla dostluk insana ne olursa olsun hakikatin yolunda doğruları söyleyen bir yardımcı olduğunu ve birleştirici ve arkasını sağlam bir dayanağa dayanım olduğunu, dostuna karşı tamamen maskesiz bir hal içinde olabilen kişiye dost denebileceğinden bahseder.

Hazret-i Mevlânâ da şöyle buyurur:

“Allah’a yemin ederim ki, kötü yılan, kötü dosttan iyidir! Kötü yılan, insanın canını alır. Fakat kötü dost, insanı ebedî ateşe atar, yakar yandırır! İnsan, konuşmasa bile, kötü arkadaşından huy kapar! Gönül gizlice onun ahlâkını alır, benimser, kötü ahlâkını kendisine ahlâk edinir! Doğruluktan nasîbi olmayan, sermâyesi bulunmayan arkadaş; senin sermâyeni de alır gider!”

Yazarımız Dervişlik kısmında; kalender meşreplik ile cümlesine başlar ve kalender meşreplik tanımını şu şekilde verir. Paraya, karşılığı madde olan kazanımlara değer vermemektir, onlarla meşgul olmamak değil, değer vermemek. Zengin olabilen ama zenginliği üst bir değer olarak işaretlemeyen; maddi olanı araçsallaştıran, “gönül”den bir bakış la oluşan kalender meşrepli dervişlikten bahseder.  Modern insanın yığınlarca dertle uğraşırken dervişin önemsediği tek dert vardır oda rabbine teslimiyettir der. Bunu aksine Marx’ın alt ve üst yapılar etrafında kurduğu teorinin merkezinde yırtıcı insan (tasavvufun yedi katlı insan modelinin en alt basamağına tekabül eden nefsi emmare bilincindeki insan) duruyor.  “Sahip olmak, “üretmek”,” tüketmek” ve güdülerin esiri olarak yaşamak dışında bu tarz insanın bir kaygısı yoktur.

Dervişliğin her şeyden el etek çeken bir pasif karakter olmadığını tam tersi aktif bir özne hayatın içinde, kendini yaşarken kalender meşrepli olduğundan bahseder.  Özgürlüğü istediği şeyi yapmakta değil, yaptığı şeyi istemekte tevekkül ehli oluklarını söyler...

Mahmud Erol Kılıç varlık katmanları alt başlığında varlığın yaratılışında katmanlar olduğunu ve kendisini oluşturan her şeyin yapısında katmanlar olduğundan bahseder. Bunun gibi evrenin, dünyanın, insanın -Kur’an’ın, katmanları olduğundan bahseder.

İbn-i Arabi Hazretleri şu sözünü nakleder;” Ben bir ayeti alıyorum” diyor, “o ayeti şeriat çekmecesinden çekip önce gramer özelliklerine bakıyorum, hukuki çıkarımlar neler olabilir onlara söylüyorum. Beşerî düzeyde izahını yaptıktan sonra çekmeceyi kapatıyorum. Aynı ayeti, bu sefer bir üst çekmeceden yani tarikat /yol çekmecesinden çekiyorum. Allah’ın sözünü bu sefer nokta-i nazarından açıklayıp yerine koyuyorum. Aynı ayeti sonra marifet çekmecesinden çıkarıyor, bu düzeyden ayete bakıyorum. Ayeti en son hakikat çekmecesinden alıyor, bana açılan bilgiler düzeyinde kendisine gidiyorum. İbn-i Arabi bir ayeti dört derece üzerinden tefsir ediyor.

Kur’an’ın hakikati metinden ziyade ruhla ilgili olduğunu söyler. Buda canlı Kuran Hz. Muhammed sav rehberliğine işret ettiğini söyler. Hz. Aişe annemizin “O yürüyen Kur’an’dı” hitabını okuyucun dikkatine sunar. Buradan da İlk emir olan “Oku” emrinin henüz ortada Kuran henüz ortada yokken neyi okunması istenmiş bu konunun sadece sarf ve nahivden yapılan tefsirler bunun cevabını vermekte çok uzak olduğundan bahseder. Bilgiden çok insanın Yürüyen Kuran olmasına vurgu yapar.

Yedi katlı (nefs-bilinç-mertebe)insana geçiş yapar. İnsanı kamilin en üst seviyede olduğunu bunu örneklemek için bir piramit şeklini örnek veriri en alt kısımda halkın çoğunluğun bulunduğu kısmın nefsi emare bilincini oluşturduğunu söyler yukarıya zirveye doğru gidildikçe daralan azal bir insan topluluğundan bahseder. Bu şekil bir sınıflandırmanın Kur’an’ı Kerim’in ruhunda çıkartıldığını söyler. Bu mertebelerin ayrıntılı açıklamasını örneklemelerle yapar.

Yazarımız tasavvufun modern zamanların insanı çarptığı, yaraladığı, yorgun bıraktığı ruhlar tasavvufi tasavvurlar içinde kalbi ve aklı Lahha2 teveccühte itminan bulduğundan bahseder.

  1. II. BÖLÜM MODERN ZAMANLAR

Yazarımız modanın sadece elbisede değil bir yaşam biçimi halinde gelişim gösterdiğine vurgu yapar. İnsanın bir şeye tabii olma, bir şeyi taklit etmek, kendinden üstün bir varlığa özenmek manevi anlamda benzemek ister bu fıtraten olan özelliğin yanlış bir şekilde tezahürlerinden bahseder. Günümüzde kapitalizmin dayattığı üretmekten ziyade tüketim ön planlı bir yaşam modeli sunar. Bireyin içinde ve kendi karakterini marka üzerinden tanımlamaya çalıştığında bahseder.

Daha sonra TV, sinema ve medya üzerine dikkatlerimizi çeker. Tek gayesi daha fazla seyirciye ulaşmak, izleyici üzerinden çıkar sağlamak olan ve her yolu kendisine mubah gören bir anlayış içinde her tür şiddet, korku, cinselliği dilediği güçler için dilediği şekilde kullanan bir silaha nasıl dönüştüğünden bahseder İnsanın hayal gücünün nasılda donuklaştığına bir şekil bize kendi hayallerini ya da istediklerini bizim hayallerimiz gibi gösterdiklerini doğruyu yanlış yanlışı doğru göstererek dilediği şekilde düşünmemizi nasıl sağladıklarından bahseder. Bu teknolojin irfanı bir bakışla tekrar ele alınması ve kontrol altına alınması gerektiğini söyler.

Yazarımız, Mahmud Erol Kılıç Aile konusunda ailenin ilk okul olduğunu söyler. Geniş aileden çekirdek aileye nasıl düştüğünden bahseder. En son modernleşmenin getirdiği bir bütünü değil de her bireyin kendini esas almaya başlaması sonucunda her bir şeyde kendine çıkarına çalışan anne ve babaların birbirine karşı tahammül edemediklerinden dolayı annesiz ve babasız büyümek zorunda kalan çocukların karşılaştıkları zorluklardan bahseder.

Kadın ve erkek eşitliğinin yanlış yorumlandığından bahseder fıtraten her birinin ayrı özelliklerde yaratıldığını bununda bir güçlülük ya da güçsüzlük olmadığını söyler. Fakat kadınların erkeklik rolüne bürünmesi Erkeklerinde irfanı bir bilgiden, yaşamdan yoksun yetişmesi kendi rollerini elinden almaya çalışan kadına karşı bildiği tek silah şiddeti kullandığını ve bunun ne kadar yanlış bir şey olduğundan ve yeniden erkeğin inşa edilmesinden ve nasıl inşa olabileceği hakkında ayrıntılı şekilde açıklamalardan bahseder.

Son olarak yazarımızın hayatın satır aralı kitabından başka bir alıntıyla yazımı sırlamak istiyorum.

Her hadise ve durumda görünen yozlaşma, bir anlamda insan unsurunda yaşanan değersizleşme ile mümkün oluyor. Eğitimde, sağlıkta, evlilikte, trafikte, ticarette hayatın bütününde durum böyledir. Karşılaştığımız insan unsuru eğitimli, altındaki arabası pahalı, üzerindekiler şık ama yine de de kaba, ama yine de temas ettiği şeye hürmet duymuyor.  Bu hal o insanı kuran referansların niteliğini gösteriyor. Adam, niteliği ve değeri güç ve parada buluyor. Dinin ve geleneğin ön gördüğü, inşa ettiği bir tip değildir bu kişi. İnsanı öldürmezsin! Bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir! Ağacın, toprağın, hayvanatın bir ruhu var, hukuku var, her bir şeyi yapmakta özgür değilsin. Çalamazsın çırpamazsın, başkasının emeğinin üzerinden keyif çatamazsın. Yozlaşmanın bir sebebi; dini doğru ve bütün halde kavramamak…

Halbuki mümin Kur’an ve Hz. Resulullah sav mübarek hayatına bakarak hedefi ve hedefe giden yolu belirler. İslam ve Hz. Muhammed sav ; Allah’ın varlık ve insan üzerinde görmeyi murat ettiği şeyi kurar.

Varlığın, hayatın ve insanın bütünlüğünü esas alan İslam, İslam’ın kalbinden fışkıran irfan, İslam’a ve irfana sırtını vererek yaşanmış bir medeniyet rehberimizdir. Kuranı Kerim Hz. Muhammed sav mübarek hayatları, İslam irfanının muhteşem mektepleri; İbni Arabi, Hz. Mevlâna, Yunus Emre, Niyazi Mısri… Bunlar sırtımızı vereceğimiz dağlardır; bizi kuran, bize değer katan kaynaklardır.

Son Düzenlenme Pazartesi, 23 Temmuz 2018 00:46

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM