Write on Perşembe, 28 Mart 2024 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

İnsan; “bir” kelime. Ama içinde ikilik barındıran bir kelime. Kesret (çokluk) âleminde vahdeti bulmak üzere yolculuk eden her insan dinlemeye, duymaya, bir şekilde konuşmaya anlatmaya ihtiyaç hisseder. Yalnız değildir. Kendinden öte bir söyleyen, bazen kendisinden öte bir işiten varlığın adıdır insan. Günlük hayatta şöyle veya böyle bir şeyleri paylaşma ihtiyacı hissederiz. Herkes sahasına göre, kötüler kötülüklerini, tiryakiler tiryakiliklerini, sevenler sevgilerini, nefret edenler nefretlerini paylaşmak isterler. Maddeye ait veya değişik ifade tarzıyla kalıba ait durumlar paylaşıldıkça azalır. Kalbe ve mânâya dâir güzellikler ise paylaşıldıkça artar, çoğalır. İşte kalıbın ötesine geçip kalp etrafında manevî buluşmaya ve bilişmeye sohbet denir. Erenlerin sohbeti ele giresi değil sohbet ehli olabilmek için erenlerin hâline ya tâlib olmak veyahut olmak vakıf olmak icabeder.

Kalbe ulaşmadan kalbindeki güzelliği bulmadan yani ermeden, erenlerle oturup kalkmadan mânâya ulaşılamadığından hakîki sohbete erişilmesi mümkün değildir. Her ne kadar aynı zamanda aynı mekânda bulunulsa da. Bu sohbet, mânâya uzak olanlara, “el”e, yani yabancıya verilecek bir nesne değildir. Fakat samimi bir niyetle, ikrar ile gelenler sohbetin feyzinden ve bereketinden muhakkak nasibdar olur. “Ele giresi değil” sözü hakkında bazı meşâyih (bazı şeyh efendiler) bir mürşidin sohbetine erip onun elini tutanlar kendilerine tevdi kılınan bu emanete hıyanet etmeksizin dosdoğru hareket etmeye gayret ederlerse emanetin esas sahibi olan Hazreti Allah’ın kudret eli onlar üzerine olur. Ve böylece herhangi bir şahsın eline ve avucuna sığamayacak muazzamlıkta tecellîlere mazhar olurlar. Ümmî Sinan Hazretlerinin “ele giresi değil” sözüyle bu manevî mîrâc’ın ancak Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve merhamet eliyle gerçekleştiğine de işaret ettiğini belirtmişlerdir.

Write on Pazartesi, 24 Aralık 2018 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf

Mükalemeyi Has Risalesi

Sohbet

Hz. Peygambere (S.A.V.) “Allah alemleri yaratmazdan evvel, yaratmaya başlamadan evvel, neredeydi ve ne ile meşguldü.” diye sormuşlardır. Buna cevaben inen ayette: “Altında ve üstünde havanın olmadığı amadaydı.” Buyrulmuştur.

Büyüklerimiz alemler Gayb Alemleri ve Şehadet Alemleri diye ikiye ayrılır demişlerdir. Gayb Alemleri henüz müşahademize girmemiş olan ama varlığı kesin, mutlak olan alemlerdir. Varlıkları kesindir ama bizim müşahedemizde değillerdir. Şehadet Alemleri ise bizim şuhudumuzdadır, görürüz, işitiriz, dokunuruz. Demek ki alemler varlıkları bakımından değil şuhudumuz bakımından ayrışırlar. Esasen her bir insan için hem

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM