Tasavvuf (138)
PADİŞAHIN İKİ KÖLEYİ SINAMASI
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu. Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder. Ademoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. Bir rüzgar esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
O evde inci mi var, buğday mı altın hazinesi mi var, yoksa yılan akreple mi dolu? Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz. Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu. Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile Batılı ayırır.
MEVLÂNÂ’NIN MESNEVÎ’SİNDE “ÖKÜZ” METAFORU Ahmet ÖGKE
“Hayvan duygusu, o sûretleri (ilâhî tecellîleri) görseydi, öküzle eşek de vaktin Bâyezîd’i olurdu…” 1
(Hz. Mevlânâ)
Özet
Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde “Öküz” Metaforu
Tasavvuf düşüncesinde “öküz” metaforu, genellikle “yeme, içme, uyku ve cimâ„ gibi hayvânî ve nefsânî sıfatlar” gibi mânâları ifâde etmek üzere kullanılmıştır.
Biz bu çalışmamızda, “acaba Mevlânâ, Mesnevî‟sinde “öküz” metaforunu hangi anlamlarda kullanmıştır?” temel sorusunun cevaplarını arayacağız. Bu bağlamda onun “öküz”e yüklediği “nefs, geçimlik dünyâ malı, hayvânî hislerine kapılıp nefsine uyan kişi, münâfık/iki yüzlü kişi, sahte şeyh/müteşeyyih/şeyh taslağı, mânevî/tasavvufî hakîkatlerden
Mükalemeyi Has Risalesi
Sohbet
Hz. Peygambere (S.A.V.) “Allah alemleri yaratmazdan evvel, yaratmaya başlamadan evvel, neredeydi ve ne ile meşguldü.” diye sormuşlardır. Buna cevaben inen ayette: “Altında ve üstünde havanın olmadığı amadaydı.” Buyrulmuştur.
Büyüklerimiz alemler Gayb Alemleri ve Şehadet Alemleri diye ikiye ayrılır demişlerdir. Gayb Alemleri henüz müşahademize girmemiş olan ama varlığı kesin, mutlak olan alemlerdir. Varlıkları kesindir ama bizim müşahedemizde değillerdir. Şehadet Alemleri ise bizim şuhudumuzdadır, görürüz, işitiriz, dokunuruz. Demek ki alemler varlıkları bakımından değil şuhudumuz bakımından ayrışırlar. Esasen her bir insan için hem
DÖRT KAPI-KIRK MAKAM ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Abdurrahman GÜZEL
“Yüksek medeniyetleri yüce şahsiyetler meydana getirir” veciz sözünü temsil eden mümtaz Türk milletinin mensuplarını, tarihin her döneminde bulabilmemiz mümkündür. Bu cümleden olarak biz; Oğuz kağan"dan – Kaşgarlı Mahmud"a, Yusuf Has Hacib"den Mevlana – Hacı Bektaş, Yunus Emre"ye, Fatih Sultan Mehmed"den – Mustafa Kemal Atatürk"e kadar bu yüksek medeniyete mensup pek çok, devlet ve bilim adamı, şair ve mutasavvıf yetiştiren bir milletiz.
Anadolu"nun Türkleşmesi–İslamlaşmasının ilk tapulu belgesini, 1071"de Alparslan ile birlikte alan Türk milleti, müteakip asırlarda da Anadolu"da; yeni bir medeniyet, yeni bir devlet, yeni bir kültür, yeni bir eğitim– öğretim sistemi geliştirerek
Birisi, insanın dünya hayatı ile alakasıdır.
Diğeri de, bu dünyadan sonra insanın Allah Teala ile yeniden buluşmaya olan inancı ya da inançsızlığıdır.
Kur'an, hem insanın bu iki temayülünün birbiriyle bağlantılı olduğunu bildirir, hem de, bu iki temayülün bir kişilik tarzı oluşturduğuna dikkat çeker.
Kur'an, ısrarla insan zihninde şu soruların netleşmesini ister:
1. Dünya nedir? İnsan dünya ile ilişkisini nasıl kurmalıdır?
2. İnsan bu dünyadan sonra bir gün kendisini bu dünyaya özel bir maksatla gönderen bir Kudret'in huzuruna çıkıp, dünyada yapıp ettiklerinin hesabını verecek midir?
Gene Kur'an'a göre dünya ile ilişki söz konusu olduğunda iki insan tipi çıkar karşımıza:
“Mekke döneminde nâzil olmuştur. Otuz âyettir. Adını ilk âyette geçen ‘mülk’ (hükümranlık) kelimesinden alır. Tebâreke, Mücâdele, Mâni’a, Münciye, Vâkıye ve Mennâ’a1 olarak da adlandırılır.
‘Sözünüzü ister gizli ister aşikâre söyleyin, O kalplerdeki duygu ve düşünceleri hakkıyla bilendir.’ mealindeki 13. âyetinin, müşriklerin Hz. Peygamber’in aleyhinde konuşmaları ve birbirlerine, ‘Muhammed’in tanrısının duymaması için gizli konuşun.’ demeleri üzerine nâzil olduğu bildirilir.
Mülk Sûresi’nin temel konusunun Allah’ın varlığını, birliğini, kâinatı yaratıp yönettiğini ve âhiretin mevcudiyetini kanıtlamak olduğunu söylemek mümkündür. Sûrenin muhtevası iki bölüm halinde açıklanabilir.
Kâinatın yaratılış ve yönetiliş iktidarının Allah’ın elinde bulunduğunun ifadesiyle başlayan birinci bölümün ilk âyetlerinde,