Mirâcı-ı Nebî (Sav)

Yazan Write on Perşembe, 04 Nisan 2019 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf Okunma 1849 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

 “MİRÂC-I NEBΔ 

 “Mirâç yükselmektir” 

Mirâç, urûç etmek demek, urûç etmeye yarayan şey. Yükselmeye yaradığı için, insanı devamlı terakkî ettirdiği için hem de öylece resmen ilan ettiği için “Namaz mü’minin miracıdır.” buyuruyor saâdetli o zat. Çünkü devamlı terakkî edersin. “Accilû bi’t-tevbeti kable’l mevt” Mevt gelmeden evvel tövbe ediniz, tövbe de acele ediniz. Akabinde de buyuruyorlar ki: “Accilû bi’ssalâti kable’l fevt” Fevt olmadan evvel de namazınızı yerine getiriniz buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.s). 

“Mevt gelmeden evvel tövbe de acele ediniz.” Mevti biliyorsunuz, ölüm… “Fevt olmadan evvel de namazda acele ediniz!” Soruyorlar Hasanü’l Basrî’ye: “Hangisi daha şeydir?” Diyor ki: “İkisi de ehemmiyetlidir ama ben size kelime manalarını vereyim siz ona göre karar verin.” diyor.

“Nasıl?” diyorlar. “Şöyle: Mevt, ölüm insanların arasından kaybolmaktır. Fevt, Allah’ın huzurundan kaybolmaktır.” böyle söylüyor Hasanü’l Basrî, onun doğrucusuyum. “Mevt insanlar arasından kaybolmadır. Fevt, Allah’ın huzurundan kaybolmaktır.” diyor. İçtimaa çıkmamak. 

Bazısı namazı kılıyor övünüyor, Allah akıl fikir versin, elini açıyor; “Kıldığım namaz hürmetine” falan. İşin o senin, sen niye bu kadar abartıyorsun? İşin, işin! Daha evvel de söyledim askerde

“Şöyle bir askerlik yaparım ederim” duydunuz mu? “Abi inanmayacaksınız ben içtimaa da çıktım!” falan. Yani askere gidip de içtimaa çık. Zaten yani düşünebiliyor musun albaya geliyor; ayrılırken; “Bu kadar gündür senin içtimaına çıkıyorum yazıklar olsun!” falan diyor. İçtimaa zaten daha vazife yapılmadan evvel; “Burada mısın değil misin?” Daha bir şey yok, sadece kayıt altında olduğunu gösteriyor. Gözünde çok şey yapma… Önemli tabi şimdi, önemsiz mi? Hayır değil. Neden? Adam iki kere içtimaa çıkmasa firarını veriyorlar, yok, kabul ediliyor. Bulundu. Bakaya tabi tutuyorlar,[2] hücre cezası veriyorlar değil mi? Yani tamam Allah çok merhametlidir çok şeydir ama bu ciddi bir iştir. Bak askerlik bile ciddi bir iş olduğu için içtimaa bir adam üç kere sebepsiz yere çıkmasa kaçak hükmüne çıkıyor, iki kere hatta değil mi? Bunu böyle bilmek lazım. Haa! “Ben yapamıyorum?” İyi de bunu böyle bilmek lazım! Ben yapıyoruz yapmıyoruz diye hiç kimseyi kınamıyorum, Allah bizim kıldığımız namazları kabul etsin. 

Namaz, sadece kafanı yere koyup başka yerlerini havaya kaldırmak değil!

“Namaz-ı ârifân mahv-i vücûd est / Namaz-ı gâfilân sehv-i sücûd est” diyor.[3] 

Bak ne kadar güzel bir söz yazın bunu ezberleyin. “Âriflerin namazı; Allahu Ekber dediklerinde nefislerini kurban ederler mahv-i vücûd olurlar, kurban ederler, ‘Bismillahi Allahu Ekber’ der gibi.” diyor. Allahuekber der, bitti diyor artık; mahv-i vücûd est. “Gafillerin namazı; üç mü kıldım, beş mi kıldım, acaba oturdum mu, vakti mi?” Hadi bir daha sehiv secdesi yap. “sehv-i sücûd est” hata secdesidir… Orada başka bir espri daha var da onu başka bir şerhine girersek biter. “Onunki namaz değildir hata, hatalı bir secdedir o yaptığı.” gibi bir espride var orada. 

Gafile giriyor. Bir kılayım geleyim beş dakika falan diye çıkıyor, aynı adam hiçbir şey değişmemiş. Yine gidiyor; dükkânında dışarıya bakışı aynı, konuşması aynı, laubaliliği aynı… Üzerinde hiçbir şey olmamış adamın; bir teminat, tadilat. Girişinle çıkışınla aynıysa olmadı!

“Mirâç rüyada olmuştur diyenler”

 

 س ب حا ن  الَّذِي أ  س رى ب عِ بدِهِ  ل  يل ا  مِ ن  ا ل م سجِدِ  ا ل ح رامِ  إِل ى ا ل م سجِدِ  الأ  ق صى الذَِّي  با ر كن ا  ح ول  ه  لِن رِ يه   مِ ن  آ ياتنِ ا إنَِّه    ه  و السَّمِي  ع  ال بصِي ر

“O Allah ki tesbih ederiz ve tesbih edilsin. Ve yegâne suphân odur ki kulunu bir gece alıp…”[4]   

“Efendim miraç rüyada olmuştur.” 

“Ya ben rüyada şimdi gittim falanca yere geldim, on tane adamla görüştüm, Rusya’da başbakanlık yaptım, Avustralya’da cenk ettim geldim rüyada.” desen “İyi abi hayırdır inşallah!” der herkes. Hiç kimse itiraz etmez. Yani Ebû Cehil’in senin kadar aklı yok muydu? Rüyada dese zaten itiraz etmezdi. Ebû Cehil niye kafa tuttu, “olmaz!” dedi, niye? Rüya olmadığı için. “Gittim geldim.” diyor Peygamber. İtiraz noktan sakat, Ebû Cehil kadar olamamış yani. “Rüyada gitmiştir, Kudüs’e kadar bellidir. Sonrası Allahu a’lem.” Yani İbn-i Abbas’ın rivayetini bir kenara at, Hz. Ali’nin konuşmalarını hepsini bir kenara at sen gittin kaynağından aldın mübarek Ashâb-ı Suffe ile Hücre-i Fatıma arasında sen oturuyordun da haberimiz yoktu. Enteresan, enteresan şeyler! Dini akıl dini yapmaya çalışıyorlar, çağdaş modern atak bir din haline getirmeye çalışıyorlar. Ashâb-ı Suffe orada durağan gözüküyordu ama tayin edildiği yerde valilik yapıyordu. Bunlar abes abes şeyler; bunlar batı kültürüyle, batı mantalitesiyle farklı makyajlarla

İslam dini anlatmak şeyidir yani. Mucize aciz bırakan şey demektir. Yani sen niye akılla bunu zorluyorsun ki? “Kuantum bilmem nesine göre bir cisim…” Ne kadar abes şeyler bunlar ne lüzumsuz konuşmalar. Eee çok abartmamak lazımmış efendim. Yani Hz. Peygamber (s.a.s)’i sevdiği için bugüne kadar dinden çıkan, ehlisünnet cemaatinden uzaklaşan, namazını terk eden, zekât vermeyen bir tane fert tespit edilmemiştir; bırak cemaati. İş bu rivayet yeni çıktı. Senin kitaplarını okuyup sapıtan çok…

Miracı konuşalım; “Abdihî” diyor sana bak! Abd, diye ruh meal cesede denir. Cesetle ruhun beraber olanına abd denir. Eğer Rüyada gitseydi “abdihî” demeyecekti.  أ  س رى ب عِ بدِهِ “Esrâ bi abdihî” diyor. Abd olarak, ruh meal cesed olarak aldık götürdük diyor. لِن رِ يه  مِ ن آ ياتِ نا  “li nuriyehu min âyâtinâ” Hususî âyetlerimizi göstermek için. Bir tefsirde öyle yapmışlar. Şimdi bir umuma izah etmesi gereken âyetler var; bir de kendi zât-ı Muhammediye’de olan bir sırr-ı nübüvet var. O sır ancak sırrullahla örtünür. O’na hususî olarak o tecellileri gösterdi. “Hususî tecellilerimizi göstermek için aldık.” Böyle bir şey… 

“Mirâç’ın yirmi küsur sebeplerinden bir-ikisi”

 

Mirâcın sebepleri hakkında konuşmalar var bunu da anlatayım, iki üç tanesini özetleyeyim: 

Mirâcın bir sebebi: İki Cihân Serveri Efendimiz, biliyorsunuz geceleri namaz kılıyor, teheccüd. Niçin kılıyor? Neye teşekkür? Kendisine farz. Niye farz? Onu bilsen zaten salât-ü selâmdan dilin kurur. Yok, yok öyle değil. Sen al bütün gece koş yine gelmez. Onun eğitimi daha sadrı

Muhammediye’de, ezelde verilir. Enbiyâ uykudayken abdesti bozulmuyor ki… Vahyin altı aylık kısmı da rüyada gelmiştir üstelik. Sana bana şefaat etmek için. Âyeti de var:

   ومِ ن  الل يَّلِ  ف ت  هجَّد   بِهِ  ن افلِ ة ا لَّ ك   ع سى أ ن  ي ب عث  ك   ربُّ ك   مق ا اما مَّ ح موداا [5]

“…Makâm-ı Mahmûd’a umulur ki kişi eriştirileceksin sen.” Makâm-ı Mahmûd ne? Şefaat-i Muhammedî. Size bize ümmet-i Muhammed’ine en yüksek dereceden şefaat etmek için. Çünkü öyle diyor Hz. Âişe: “Baktım hiç ses çıkmıyor, secdede. Geldim nefesini dinliyorum duyamıyorum, daha eğildim. Ayağımı bastım bastığım yer ıslak, gözyaşlarından. Eğildim; ‘Ümmetî! Ümmetî!  Ümmetî! (Ümmetim! Ümmetim! Ümmetim!)’ diye sayıklıyor.” diyor. Sen zannediyor musun ki, daha büyük dereceye çıksın diye ibadet ettiğini? Enbiyânın ibadet değildir kat ettikleri mesafe. İsterse 100 saat uyusunlar, isterse 100 saat ibadet etsinler onlar için terakkî de hiç fark etmez. Küllî iradenin dairesinde ve küllî iradeden gözüken zatlara denir Resûl. O velâyeti kesbiye benzemez; velâyet-i vehbiye de benzemez. Arada çok fark vardır. “İşte o şefaat hakkından dolayı ayakları şişti Habibimin. Ümmeti için çok ziyade kendisini yoruyor. Yâ Cibrîl getir de ben merhametimi göstereyim. Ben ne kadar erhamürrahiminim O’na yevm-i mahşerin talimini yaptırayım da yormasın kendini daha fazla. Haticesi gitti, Ebû Talib gitti. Çocuklara taşlatılıyor, dikenler seriliyor yollarına. Gelsin de O’nun Ben gönlünü şâd eyleyeyim, görsün de rahat etsin. Bak Ben ne kadar erhamürrahimînim.” İşte Miraç deniyor ona. Bir sebebi de budur diyorlar.

Mirâcın bir diğer sebebi: Bir başka sebebi daha var; yirmi küsur tane tespit etmişimdir. Ama burada anlatmayacağım. Onlar uzun size her dâim lazım olacak şeyleri arz anlatıyorum. Hikâye hikâyeyi açıyor ama. Hz. Musa (a.s) biliyorsunuz işte Cenâb-ı Hak ona âsâyı talim ettiriyor. 

  • “Yâ Musa elindeki nedir?”
  • “Yâ Rabbî; elimdeki âsâdır onunla ben koyunlarımı güderim, işte yemişlerimi devşiririm.” falan.
  • “At yâ Musa!”

Atıyor. Yılan oluyor, korkuyor.

  • “Korkma yâ Musa! Tut, at, tut, at, tut…”

Talim ettiriliyor, bahsettiğiniz talim. Vahye hazırlık Allah tarafından yaptırılır. Ayrıca mucizelere ve tecelliyâta hazırlık da peygamberlere rüyalarda ve farklı musibetlerle ufak tecellilerde, tecellinin ufağı olmaz da- büyük hâdiseye hazırlıklarla… İşte sâlih rüyaların çokluğu aynen çıkması gibi şeylerle hazırlanır. İnsanın kendisini manaya hazırlaması ve Allah’a hazırlaması gibi bir lüksü yoktur esasında. İnsan doğru düzgün yaşamaya gayret eder. Mana dediğin ve ona ait olan tecelli ondan gelir…

İşte attırıyor, tutturuyor Hz. Musa (a.s)’a. Şimdi benim hocam şaka yapardı; “Şimdi bir düşün Cenâb-ı Hak Musa (a.s)’a bu talimi yaptırmasaydı Firavun’un karşısına geldiler, sihirbazlar bu tarafta, Firavun bu tarafta, Musa karşılarında. Sihirbazlar yaptı yaptı numaralarını, Musa (a.s) dedi ki at. Kocaman bir yılan çıktı. Şimdi Firavunla sihirbazlar bir tarafa, Musa diğer tarafa kaçardı, ne oluyoruz diye. O korkuyu baştan aldı Allah.” derdi. Şimdi konumuzla ne alakası var?  

Mirâc-ı Nebî’de yedi kat semâvât, cennetin merâtibi[6], cehennemin derekeleri, insanların azabı, nasıl mağfiret edilecekleri envai çeşit ahvâl gösterildi. Herkesin korkup dehşete düştüğü güneşsiz, feleksiz olan o günde tek talimli Hz. Muhammed, herkesin kaçıştığı bir zamanda kapanacak secdeye;

“Ümmetî!”[7]diyebilecek. Bir tek ona talim ettirildi, O gördü çünkü talimli olan O. Bunun için diyorlar: 

[8] لِن رِ يه  مِ ن آ ياتنِ ا  “li nuriyehu min âyâtinâ” O hususî âyetlerimizi göstermek için. Kitapta bahsedilip de hakka’l-yakîn mertebesine gösterebileceğimiz âyetleri ona gösterdik. 

Tamam mı? O sahneyi açtığında Enbiyâ da sırasıyla ne yapacaklar? Miracın bir hikmeti de o diyorlar. Güzel bir bahis ama… Şimdi Arapça bilenler “linuriyehu”daki o “Hu”, -“Hu” zamirdir biliyorsunuz- orada nedir ne konumdadır? Mef’ûl. Mef’ûlün bih, mef’ûlün leh gibi farklı farklı ayrı şekillerde incelersek, yani ne diyoruz biz şimdi Türkçe’de? Tümleç, tümleç deniyor değil mi? Tümlecin şeklini veya zarf şeklini değiştirsek âyetin manası da değişiyor.

  1. Mana: Aldık Habîbimi bir gece, o Allah ki tesbih olsun her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir, yegâne tesbih edilecek zat da O’dur ki. O Allah kulunu geceleyin aldı Mekke-i Mükerreme’den, Mescid-i Haram’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya. لِن رِ يه مِ ن آ ياتِ نا  “li nuriyehu min âyâtinâ” âyetlerimizi “O’na göstermek için!” bir mana bu. Ama mefulün şeklini değiştirirsen şu:  
  2. Mana: Tesbih olsun, tesbih edilişin ve yegâne tesbih edilmeye layık o Allah ki; bir gece Habîb’ini, kulunu, Abd-i Hâs’ı olan Hz. Muhammed (s.a.s)’i Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız

Mescid-i Aksa’ya götüren O Allah’tır ki. Niçin? Kâinattaki bütün âyetler Hz. Muhammed (s.a.s)’i görsün diye. “O görülsün diye!” لِن رِ يه  مِ ن آ ياتنِ ا  “li nuriyehu min âyâtinâ” Hani kan dökecek diyordunuz, hani fitne çıkartacak diyordunuz? Gördünüz mü bir beşerin ne kadar terakkî edebileceğini? Tahiyyât Mirâç Gecesi’nin hediyesidir. İşte o zaman melekler; “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlühu” derler. Ondan evvel ilme’l yakîndi. Ayne’l-yakîn gördüler ki; meleklerin ötesinde olabiliyormuş insan. لِن رِ يه  مِ ن آ ياتنِ ا  “li nuriyehu min âyâtinâ” diğer âyetlerimiz, kevnî âyetlerimiz olana,[9] en büyük âyetlerimiz Hz. Muhammed’i göstermek için.

Nasıl oluyor? Var, tefsirde var, hikâye anlatmıyoruz. Tefsirin kendi içerisindeki manaya, hatta daha da bunu tespit edenler var.   إنَِّه   ه و السَّمِيع  ال بصِي رİnnehu hüve’s-semîu’l-basîr” Hz. Fahri Âlem’in sıfatı olarak zikrediyorlar. “Evet, çünkü O işiticidir ve görücüdür.” Raûfu’r-rahîmindeki gibi Allah kendi sıfatlarından verdiği yerdir diyorlar. Fiilde benzerliği olarak: “Sen atmadın onu biz attık”[10] âyet-i kerîmesini zâtî, subûtî sıfatlarına benzetilerek en büyük ikram olarak; “semî’, basîr” sıfatını ve “raûf, rahîm” sıfatı olarak yine sıfat-ı rahmâniyyesini, esmâsını yani Allah esmâını, sıfâtını, efâlini Peygamber (s.a.s)’e nispet ediyor. Semî-basîr olarak raûf-rahîm olarak bir de:  

و ما  ر م يت  إذِ   ر م يت   ول كِنَّ ا للّ   ر مى   “Ve mâ rameyte iz rameyte velâkinallâhe ramâ” Bunu da hatırınızda tutun, bazı meraklı arkadaşlar var tefsir dersinde. Fahri Âlem (s.a.s) Efendimiz için “Çünkü O işitir, görür.” Âyetin yukarısıyla aşağısı arasında imtizaç ediyor.[11] Niye gösterdi? “Çünkü gerçekten bizim âyetlerimizi görüp idrak edebilecek, görebilecek ve işitebilecek bir zât-ı âlidir Hz. Muhammed (s.a.s).” 

Bunların hepsi meşru çerçevede ehlisünnet çerçevesinde yapılan tefsirlerdir. Fakat şimdi sen tabi salâtu selâm ederken bile korktuğun için, henüz daha tövbe kuşu, kapına gelen saâdet kervanlarıyla meşgul olduğun için bunlar sana çok büyük lokma gelir. “Sen bir kere gökyüzüne bakıp da o kameri, hilali farklı seyrettikten sonra gel konuşalım.” diyebilir sana diğer eser sahipleri. Ara çok açıldı çünkü.

Eskiler bozuk olduğundan değil, eskilerle rabıta kalmadığından böyle oluyor.  

Sonra bütün enbiyâ mirâç etmiştir. Enbiyâ ne demek? Nebîler. Etmiş midir, etmiştir. Zaten bu göklerin seyrân edilmesi, Mescid-i Aksa’ya gidilmesi, Mescid-i Aksa’da imamlık yapılması; enbiyâya bu hâdiselerin hepsi Allah Resûlü’nün ziyade kıymetine, efdaliyetine işarettir. Dördüncü kat semâda mirâç, kuyuda mirâç, balığın karnında, ağacın kovuğunda mirâcını tamamlayan zatlar vardı.[12]Onların hepsi birer mirâçtır. Yani mirâç göğe çıkmak değildir; mirâç yükselmektir ama yükselmek gökte değildir. Yani bugün yükselmek gökte olsaydı aya giden insanlar bugün dünyaya sulh getirirdi, medeniyet getirirdi. Onlar göğe çıkıp da medeniyetlerini mi göstermek istiyorlar yoksa “Biz ne kadar kuvvetliyiz!” mi demek istiyorlar? 

“Sidretü’l-Müntehâ” 

 

“Sidretü’l-Müntehâ” ne demek? “Efendim şöyle bir ağaçtır ki bütün ufku tutmuştur semavâtın üzerinden sarkmaktadır. Şöyledir böyledir…” Böyle anlatıyor. Sidir, sedir ağacı diyorsunuz ya sedir, öyle bir ağaç telakkî edin ki, ufkun nihayetinde. Hangi ufkun? Yedi kat semavâtın ufkunun nihâyetinde. Ee bizim gördüğümüz ufuk ne? Bize en yakın olan semavâtın sonu veya başı. 

“Sidretü’l-Müntehâ” ne demek? Şimdi ağacı mağacı geç; o, onun lügat manası. “Sidretü’lMüntehâ”nın o mefhum olarak, ıstılahî olarak manası ne? “Ol!” emri dairesinde mahlûk olmuş, mahlûkun sınırı demek “Sidretü’l-Müntehâ”. Melek ol emrine tâbi olmuş, melek olmuş. Beyt-i Mamûr,  Kürs, Levh, Kalem, Arş neler var başka? Mukarrebûn olan melâike-i kirâm...  “Ol!” demiş cehennem olmuş; “Ol!” demiş cennet olmuş. “Cennet ol!” demiş “Ol! Ol! Ol!..” diyerek daha sonra olanı “hudûs” veya “hadîs”[13] dediğimiz mahluk olan, mahluk çerçevesinin sonu. Ondan sonra ne? Ondan sonra mahlûk yok. Öyle bir âlem var ki; “Sidretü’l-Müntehâ”dan sonra mahlûk yok. حالق kuşatmış. Ee her yeri kuşatmıştı, o taraftan itibaren mahlûk yok artık. Sonra semavât…

Sen buradan yukarı bakarken belki de aşağıdan başka birisi senin ayağına bakıyor. Semavât dediğin yukarıda gibidir ama bir daire içindedir o. “Sidretü’l-Müntehâ” da yukarı gibi “tak!” kafanı vuruyorsun tavan değil. Kuşatmış tamamıyla kuşatmış bir şey. Münteha, mahlûk çizgisine son verildi burada, bu kadar. “Buradan ileriye geçmem.” deyişi o Hz. Cebrail’in. Peki; kuyunun içerisinde olmaz mıydı bu iş? Olurdu. Niye olmadı? Çünkü ekmel-i Resûldür o Fahri Âlem, en mükemmeldir, ekmeldir;  ekmelü’l-mükemmeldir, mükemmellerin de ekmelidir o Hz. Fahri Âlem. O sebepten sair enbiyâdan olan halden farklı bir halde mirâç yaptırıldı.  

“Miraç hâdisesi ve Hz. Ebu Bekir (r.a)’e sıddîk lakabının verilmesi”

 

Sıddîk, o zaman sıddîk ismi ile anılmıyor. Hz. Ebû Bekir’e gidiyorlar kapısını vuruyorlar, diyorlar ki: 

  • “Seninki bugün urûç ettiğini Kudüs’e gidip geldiğini, döndüğünde yatağının soğumadığını bir sürü şey söylüyor.” dediklerinde… Resûlullah Efendimiz için Hz. Ebû Bekir’e öyle diyorlar:

“Seninki!” Ne kadar güzel değil mi? Yani müşriklerin kendisine küfür edenlerin bile beraber gördüğü zat. O bir tasdiktir aynı zamanda. Diyor ki: 

  • “Siz mi söylüyorsunuz bunu yoksa kendileri söyledi mi?”
  • “Yok, yok aynen böyle söyledi!”

Hani zannediyorlar ki o öyle söyleyince soğuyacak.

  • “Aynen böyle mi söyledi?”
  • “Böyle!”
  • “Doğru söylemiştir!” diyor.

Daha gitmedi görüşmedi kendisiyle, o halden habersiz. 

Bak Mesnevî’de var ya Tûti hikâyesi. Tüccar getiriyor haberi ama papağan değil mi? Kafesteki papağanla hür olan papağanları düşün. Tüccar getiriyor haberi daha tûti görmedi onu ama hem cinsler, kardeşim.[14] 

Aynı yerden yaratılmışlar Hz. Ebû Bekir bu aynı potada, aynı topraktan yaratılmış. Aynı

topraktalar şu anda da zaten. Onun istidadı var onu anlamaya idrak etmeye ezelden iltimas geçilmiş O’na. Hz. Sıddîkini ezelden seçmiş İki Cihân Serveri. Efendimiz (s.a.s)’in yanına geliyor. İki Cihân Serveri Efendimiz mütebessim “Gel sıddîk!” diyor, “Sıddîk! Senin artık lakabın bu…” Görmeden tasdik ediyor çünkü “Demişse doğrudur!” diyor, bitti. Gayb-ı Allah’a iman edersin. Resûlullah’a muhabbeti olan insanların, işte Resûlullah’a da bir iman şekli vardır; oradan sıddîkiyet pâyesine çıkılır. Sıddîkiyet, nübüviyetten sonra gelen en büyük makamdır. 

Şimdi ne anlatıyorum diye merak edenler: Sıddîk ne, sıddîkiyet ne? Nebilikten sonra gelen bir beşerin çıkabileceği en yüksek makam sıddîkiyettir sonra şehâdet… Yüz tane şehit, bir tane sıddîk etmez. Sıddîkiyet öyle büyük makamdır. Niye? Şehit bir anlık bir nefesi ile canını veren zata denir. Verir nefesini samimiyetini gösterir, o bir anlık samimiyeti karşılığında şehâdet mertebesine yükselir.  

Şehâdet nedir? Görür iman ettiğini müşâhede ettiğini gördüğü için şehit denir ona, verdi çünkü.

Sıddîk nedir? Ecel şerbetini içmeden evvel kendisi verir, bir ömür görerek yaşayan zata sıddîk denir. Her nefes O’nu esmâsını, ef’âlini müşâhede eden zâta sıddîk denir. Bak çok önemli bu tabir bunu kitapta bulamazsın. Yani sohbetten aldım getirdim sana sıcak sıcak; kitapta bunu bulamazsın bu şekliyle, o yüzden zapt et! 

  1. Fatih Çıtlak - Pendik Mesnevi Okumaları - 11-08-2017

 

“Sidretü’l-Müntehâ bahsine ilave” 

 

“Kün! (Ol!)” emrine mazhar olarak yaratılmışlık âlemine kâinat deniyor. Diyorlar ki: Sidretü’lMüntehâ, ol emrinin bulunduğu dairenin ötesindeki âlem. Orada mahlûka ait zemin yok, mahlûk yok orada. Varlık âlemine muhatap olanların bittiği, niâyete erdiği ve ondan sonra Allah

Teâlâ’nın hususî hareminin başladığı alana “Sidretü’l-Müntehâ” diyorlar. Oradan öteye yaratılmış olan tek bir kişi geçmiş o da Efendimiz (a.s.s). 

 

Dervişlerin ayak mühürlemesi vardır sağ ayağın başparmağı, sol ayağın başparmağı üzerine konur. Ayak mühürlemenin yapıldığı yer miraç gecesidir. Bunu ben atmıyorum ciddi zatlar söylüyor. Çünkü Sidretü’l-Müntehâ’dan öte zemin yok. Adımını adımının üzerine atmış Efendimiz (s.a.s). Ayak mühürlemek oradan geliyor. 

 

  1. Fatih Çıtlak ile Pendik Mesnevi Okumaları / 23-02-2013

 

Ayrıca 9 Mart Cumartesi 2013 Burç FM Mesnevi Sohbetlerinde de bu programın ses kaydı yayınlandı. 113. bölüm

 

____________________________

 

KISA KISA NOTLAR

 

  • Peygamber (s.a.s)’i sevdiği için bugüne kadar dinden çıkan, ehlisünnet cemaatinden uzaklaşan, namazını terk eden, zekât vermeyen bir tane fert tespit edilmemiştir; bırak cemaati. İş bu rivayet yeni çıktı…
  • “Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!” (İsrâ; 17/1) I. Mana: Âyetlerimizi “O’na göstermek için!” bir mana bu.
  1. Mana: “O görülsün diye!” Kevnî âyetlerimiz olana, en büyük âyetlerimiz Hz. Muhammed’i göstermek için.

* Dördüncü kat semâda mirâç, kuyuda mirâç, balığın karnında, ağacın kovuğunda mirâcını tamamlayan zatlar vardı. Onların hepsi birer mirâçtır. Yani mirâç göğe çıkmak değildir; mirâç yükselmektir ama yükselmek gökte değildir.

Yani bugün yükselmek gökte olsaydı aya giden insanlar bugün dünyaya sulh getirirdi, medeniyet getirirdi.

 

TANIMLAR

Mirâç: Urûç etmek demek, urûç etmeye yarayan şey.

Fevt&mevt: “Mevt, ölüm insanların arasından kaybolmaktır. Fevt, Allah’ın huzurundan kaybolmaktır.” diyor Hasanü’l Basrî Hazretleri. 

Mucize: Aciz bırakan şey demektir.

Abd: Abd, diye ruh meal cesede denir. Cesetle ruhun beraber olanına abd denir. Eğer Rüyada gitseydi Efendimiz

(s.a.s) miraca; “abdihî” demeyecekti.  أ  س رى ب عِ بدِهِ “Esrâ bi abdihî” diyor. Abd olarak, ruh meal cesed olarak aldık götürdük diyor.

Resûl: Küllî iradenin dairesinde ve küllî iradeden gözüken zatlara denir Resûl. 

Şehit: Bir anlık bir nefesi ile canını veren zâta denir. Verir nefesini samimiyetini gösterir, o bir anlık samimiyeti karşılığında şehâdet mertebesine yükselir.  

Şehâdet nedir? Görür iman ettiğini müşâhede ettiğini gördüğü için şehit denir ona, verdi çünkü.

Sıddîk nedir? Ecel şerbetini içmeden evvel kendisi verir, bir ömür görerek yaşayan zata sıddîk denir. Her nefes O’nu esmâsını, ef’âlini müşâhede eden zâta sıddîk denir. Bak çok önemli bu tabir bunu kitapta bulamazsın. Yani sohbetten aldım getirdim sana sıcak sıcak; kitapta bunu bulamazsın bu şekliyle, o yüzden zapt et! 

Kâinat: “Kün! (Ol!)” emrine mazhar olarak yaratılmışlık âlemine kâinat deniyor.

 

Sidretü’l-Müntehâ: “Ol!” emrinin bulunduğu dairenin ötesindeki âlem. Orada mahlûka ait zemin yok, mahlûk yok orada. Varlık âlemine muhatap olanların bittiği, niâyete erdiği ve ondan sonra Allah Teâlâ’nın hususî hareminin başladığı alana “Sidretü’l-Müntehâ” diyorlar. Oradan öteye yaratılmış olan tek bir kişi geçmiş o da Efendimiz (a.s.s). 

 

HADÎS-İ ŞERÎFLER

  • “Namaz mü’minin miracıdır.” buyuruyor saâdetli o zat.
  • “Accilû bi’t-tevbeti kable’l mevt; accilû bi’s-salâti kable’l fevt (Mevt gelmeden evvel tövbe ediniz, tövbe de acele ediniz. Fevt olmadan evvel de namazınızı yerine getiriniz)” buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.s).

 

 

 

 

 

[1] Kontrol (Ctrl) tuşuna basarak başlığa tıklayınız word dosyası için; PDF için başlığa tıklamanız yeterli olacaktır. 

[2] Bakaya tabi tutulmak: Askerde olması gereken vakitte askere gitmeyen kişiye yapılan muamele

[3] Şeyh İbrahim Efendi

[4] “Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!” (İsrâ; 17/1)

 

[5] “Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl,

Rabbinin seni bir makam-ı mahmud'a (şefaat makamına) göndermesi kesindir.” (İsrâ; 17/79)

 

[6] Merâtib: Mertebeler

[7] Ümmetî: Ümmetim

[8] “Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!” (İsrâ; 17/1)

 

[9] Âyât-ı Kevniyye: Oluş, sonradan olma, varoluş âyetleri. Mahlûk olan âyetler, yaratarak Allah Teâlâ’nın gösterdiği şeyler. Allah Teâlâ mahlûk olmayan kelamında, ilmî olan, kelâmî olan âyetlerinde “Âyât-ı Kevniyye”ye mahlûk olan âyetlerine işaret buyuruyor; “Yerler, gökler…” 

Âyât-ı İlmiyye: Allah Teâlâ’nın mahlûk olmayan, ilmî olan kelâmî olan âyetleri, Kur’ân âyetleri.  Âyetin manası: Âyetin manası demek, âyetin meali demek değildir; âyetin kast ettiği güzelliktir; mealden ibaret değildir o.

(M. Fatih Çıtlak Hocamızın sohbetlerinden)

[10] “Sonra onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, lakin Allah attı. Bu da mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten Allah işitendir, bilendir!” (Enfâl; 8/17)

[11] İmtizaç etmek: Bağdaşmak, uyum sağlamak...

[12] Hz. İsa (a.s), Hz. Yusuf (a.s), Hz. Yunus (a.s), Hz. Zekeriya (a.s).

[13] Hudûs: Sonradan meydana gelen. Hadîs: Söz, haber, sonradan meydana gelen…

[14] Özetle: Seyahate çıkacak olan tüccar kafesteki papağanına arzusu olup olmadığını sorar. Papağan da hem cinslerine selamını iletmesini kendi halinden onlara haber vermesini ister. Tüccar gider özgür olan papağanlara kendi kafesteki papağanından haber götürür. Özgür olan papağan ölü taklidi yapar. Tüccar bu duruma üzülür. Dönünce olanları anlatır. Kendi papağanı da ölü taklidi yaparak kafesten kurtulur. 

Son Düzenlenme Perşembe, 04 Nisan 2019 19:23

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM